İngiltere’nin bir zamanlar çok güçlü ve popüler olan, ama güç belâ kazandığı son seçimin ardından kendi partisinde dahi yoğun tepki ve itirazlara hedef olup “gidici” gözüyle bakılan Başbakanı Blair, birkaç hafta önce çok dikkat çekici bir özeleştiri yaptı.
“Beş yıldır yaptıklarımız yüzünden Müslümanlar bizden uzaklaştı. İnsanların kalbini güçle değil, değerlerimizle kazanmadığımız sürece bu savaşı kaybederiz” diyen Blair “Müslümanlarla Hıristiyanların, zenginlerin ve yoksulların barış içinde yaşamasını sağlamak elimizde” diye ekledi. (Vatan, 3.8.06)
Ama bu sözleri fazla mâkes bulmadı.
Dahası, “Bush’un ve Şaron’la Olmert’in bir numaralı suç ortağı” damgasını taşıyan bir siyasetçi olarak yaptığı bu itirafların ardından, beş yıldır hizmet ettiği küresel çetenin hışmını üzerine çekti.
Suç ortakları tarafından “ihanet”le suçlandı, “Dâvâdan döneni vurun” mantığıyla başlatılan bir taarruzun hedefi oldu.
“Beleş tatil” eleştirileriyle başlatılan yıpratma kampanyası, sonraki günlerde İngiltere’yi alarma geçiren “İslâmcı teröristler on yolcu uçağını havada infilâk ettireceklerdi” balonu ile, farklı bir kulvarda sürdürüldü.
Bu kampanya ile, kariyerinin en zayıf dönemini yaşayan ve koltuğunda daha ne kadar oturabileceği dahi tartışılır hale gelen Blair’in, “Ba’de harabi’l Basra,” fazlasıyla gecikmiş ve “iş işten geçmiş olsa” da, yaptığı özeleştiriyi bloke etmenin amaçlandığı açıktı.
Daha önce Irak savaşının önde gelen mimarlarından, ABD Savunma Bakanı Rumsfeld gibi “şahin” bir isim de “İslâm dünyasının kalbini kazanacak yeni yollar bulmalıyız” (Akşam, 19.2.06) diyerek benzer bir özeleştiri yapmayı denemişti, o da topa tutuldu.
Amerikan askerlerinin Irak’ta yaptığı katliam ve işkenceler, Ebu Garib ve Guantanamo dosyaları gündeme getirilip Rumsfeld’in suratına çarpıldı. Ve dahası, oturduğu koltuk tartışmaya açılarak ayağı kaydırılmak istendi.
Bu iki örnek, Filistin’le başlatılıp Irak’la ve Afganistan’la sürdürülen, Lübnan’a sıçratılan, ardından Suriye ve İran’la devam ettirilmesi hedeflenen fitne ateşinin ardındaki çetelerin “Kullanabildiğin kadar kullan, sonra fırlatıp at” stratejisini ne kadar katı ve acımasız bir anlayışla uyguladıklarını gösteriyor.
Bunların dünyasında “barış, huzur, kalpleri kazanma” gibi kavramların asla yeri yok.
Bunlar karanlık amaçları uğruna yakıp yıkmaktan, emzikli bebeklere dahi acımayan katliamlar yapmaktan en küçük bir rahatsızlık duymayıp tam tersine menhus bir lezzet alan, insanlıktan nasibi olmayan, gözü dönmüş, vicdansız çetelerden başka birşey değil.
Onun için, bunların “Tek taraflı güç kullanarak barış olmaz, artık geriye dönüp suçlu aramayalım, kin ve nefretten arınmış nesillerle geleceği kucaklayalım” gibisinden nasihatları dinleyip insafa geleceklerini beklemenin safderunluktan başka bir izahı olamaz.
Bunlarla baş edebilmek için evvelâ, bin bir türlü hile ve tuzaklarına düşmeme ferasetine; sonra da vicdan ve sağduyu çizgisinde kurulacak samimî küresel ittifaklara ihtiyaç var.
24.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|