Üç buçuk yıl önce, İrak savaşı ve işgali başlamadan evvel de AKP hükümeti bölge ülkeleri arasında bugünküne benzer temaslarda bulunmuş, mesaj getirip götürmüştü.
Akabinde ABD’nin talebiyle Irak’a asker göndermek ve topraklarını Amerikan askerlerine açmak için bir tezkere hazırlayıp Meclise sundu. Ama tezkere Meclisten geçmedi.
Şimdi de benzer bir süreç yaşanıyor.
Bu defa konu Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesi. Anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan da, Gül de bu konuda son derece istekliler.
Bu yöndeki ilk işaret Erdoğan’dan geldi.
Saatlerce bekletildikten sonra, söz verilen sürenin çok az bir kısmında konuşturulduğu CNN ekranında Başbakan, ABD’nin Lübnan’da konuşlandırılacak uluslararası güce Türkiye’yi de davet ettiğini söylemiş ve “Bu görevi yerine getirmemiz gerektiğini hissediyoruz” demişti.
Sonraki günlerde Erdoğan AKP yöneticilerine seslenirken “Eğer tezkere geçseydi ve Irak’ta görev alsaydık söz sahibi olur, kontrolü elimizde tutardık. Ve bu kadar kan da dökülmezdi” gibisinden şeyler söyledi.
Halbuki Gül’ün aynı konudaki “İyi ki tezkere geçmedi” beyanları arşivlerde hâlâ duruyor.
Lübnan’a asker gönderme bahsinde ise aralarında herhangi bir ihtilâf görünmüyor. İkisi de bölgede sözü dinlenir ülke olmak, inisiyatif almak ve prestijimizi korumak gibi gerekçelerle, asker göndermekten yana tavır alıyorlar.
Hattâ Başbakan söz vermiş de olmalı ki, Lübnan hükümetinden ve diğer bazı dış adreslerden “Bu iş tamam” gibi haberler geliyor.
Ancak konunun bir oldu-bittiye getirilmek istendiği yolundaki izlenime bağlı olarak iç kamuoyunda itirazların artması ve yanı sıra BM ve ilgili taraflar nezdindeki gelişmelerin beklendiği gibi olmaması üzerine hükümet “frene bastı” görüntüsü verme gereği duydu.
Ve “Henüz karar vermedik, şartlarımıza uyarsa asker göndeririz, zaten kararı Meclis verecek” gibi açıklamalar yapmaya başladı.
“Yine tezkere kazası olmasın” diye AKP’li vekilleri ikna hazırlıklarını da ihmal etmeden.
Türkiye adına ısrarla altı çizilen şartların başında, orada görev yapacak güce Hizbullah’ı silâhsızlandırma gibi bir misyonun yüklenmemesi geliyordu. Ama BM’den gelen belgelerde, “gerekli olduğu hallerde” bunun da isteneceği belirtiliyor. İlk ciddî pürüz bu.
Bir diğer problem, Türkiye’nin ısrarla “Onlar da katılsın” dediği Endonezya, Malezya ve Bangladeş gibi ülkelere İsrail’in “Beni tanımıyorlar, gelmesinler” diye karşı çıkması.
“Ateşkes sağlanmalı” şartı da zorda. Görünüşte ateşkes var, ama fiiliyatta işlemiyor. İsrail saldırmaya devam ediyor. Ve adı cinsel taciz skandalına karıştığı için sıkıntılı günler geçiren İsrail Cumhurbaşkanı şöyle diyor:
“Ateşkes bir günde olacak birşey değil. Uluslararası güç gelince tam ateşkes olur.” (Nagehan Alçı Ayan, Akşam, 21.8.2006)
Öte yandan, İsrailli bir istihbarat yetkilisinin “İran’dan Hizbullah’a silâh sevkini önlemek için Türkiye’den önlem almasını istedik” sözü (Hürriyet, 18.8.2006) ve gelişmelerin bu yönde seyretmesi de dikkat çekiyor.
23.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|