Peygamberimizin (asm) gecenin bir anında Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya, oradan da göklere seyahat ettirilmesi, mu’cizesi bast-ı zaman hakikatiyle de ilgilidir.
Bast-ı zaman; zaman içinde zamanı yaşamak, diğer bir ifadeyle kısa zamanda pekçok işleri yapmak veya birçok yere gitmektir. Yâni, zamanın genişlemesi, kısa bir zaman dilimine pekçok olayın sığdırılması veya bir dakikanın saatler, hattâ günler, seneler kadar sürmüş gibi yaşanmasıdır.
Duyu ve temel duygularımızla kavrayamadığımız bu olgu, acaba nasıl mümkün olabilir? Zamanın akış hızı, kâinatın çeşitli yerlerinde, çeşitli varlıklar arasında farklıdır. Hızlı film, yavaş film gibi. Atomdan galaksilere, mıknatıstan kristallere kadar her şeyde, farklı zaman birimleri çekme/itme gücü kanunu geçerli. Meselâ Jüpiter, 10 saat kendi; 12 yılda dünya etrafında döner. Yâni, onun bir yılı, dünya hesabıyla 4380 gün; Satürn’ün bir yılı, yine dünya hesabıyla 30 yıldır. Veya aynı zaman zarfında karıncanın, kaplumbağanın ve tazının aldığı yol, kat’ettiği mesafe gibi. Kaplumbağa için zaman dar iken, tazı için oldukça genişlemiş; az zamanda pekçok mesafe kat’etmiştir.
Zaman genişlemesi meselesine kozmik değerler açısından yaklaşabiliriz. Şöyle ki: Kozmik ışınların ömürleri fizik ve matematik değerler olarak tesbit edilir. Saniyelik ömrü olan varlıkların yanında, ömrü saniyenin bir milyar kere milyarda biri kadar kısa olanlar da vardır. (Bizim bakışımızla ömrü kısa ama, onun için uzundur. Çünkü, o zaman zarfında o, gezegenler arası birçok gezintiler yapmış, pek çok film karesi sahnelenmiştir.)
Işığın hızı saniyede 300 bin kilometredir. Biz bir saniyede “Hey, hey!” diyene kadar o, ekvator güzergâhını takip ederek dünyayı yedi sefer dolaşır. Eğer onu şuurlu farz ederseniz, farkına vararak kısa bir zaman içerisinde pek çok manzaralar görmüş, olaylar yaşamış ve uzun bir ömür geçirmiş olur. (İnsan da, Nur ismine yapışarak, kendi sür’atini ışık seviyesine çıkarabilir.)
Atom çekirdeklerindeki nötron ve anti-nötron denen, elektrondan daha küçük olan iki madde çekirdek içerisinde bâzen var, bâzen yok olabiliyor; kâinatın başka boyutuna intikal ediyor. Maddeden çıkıp kayboluyor ve tekrar maddeye dönebiliyor. İşte böyle maddenin sınırına giren ve onu aşan, tekrar geriye dönen varlıklar tesbit edilmiştir.
Yine astronominin tesbitlerine göre, Takyon denilen bir takım titreşimler, bu rakamın üç dört katını aşıyor. Bu sınır aşıldığında da, maddeden çıkıp madde ötesine geçiliyor. Şu halde, bâzı titreşim ve ışınlar, zaman ve mekânı aşıyor. Buna da mânâ, fizikötesi denir. İnsan; en, boy, zaman, mekân gibi dört boyutu aşıp beşinci boyuta (manyetik eylem boyutuna) geçebilse zamana tabi olmadığını kendisi de görecektir.1 Çünkü, rûhu, cismine/bedenine üstün gelen evliyanın işleri, fiilleri, rûhun hızı ölçüsüyle cereyan eder.
Gözle görülmeyen mikroskobik bir hayvanın öyle keskin duyguları var ki, arkadaşının sesini işitir, rızkını görür. Şu hal gösteriyor ki, maddenin küçülüp inceleşmesi oranında hayat eseri, özellikleri artıyor, ruhun nuru şiddetleniyor. Güyâ madde inceleştikçe, bizim maddiyâtımızdan uzaklaştıkça, ruh âlemine, hayat âlemine, şuur âlemine yaklaşıyor gibi, ruhun gücü, hayatın nuru daha şiddetli yansıyor.2
Işık, saniyede 300 bin kilometre, ses 340 metre yol alır. Otomobil saatte 200, uçak ortalama 2000 kilometre kat’eder. Eğer insan da, bedenini değil, rûh/duygularını riyâzet, zikir, tefekkürle geliştirirse; rûh süratinde hareket edebilir. Çünkü, rûh zamanla kayıtlı değildir. İşte bu bast-ı zaman, zamanın bu prensipler çerçevesinde genişlemesidir.
Dipnotlar:
1- Dr. Haluk Nurbaki, Bilim Açısından İmanın Altı Şartı, Nesil, Aralık, 2000, s. 29.; 2- Sözler, s. 470
23.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|