İnsanoğlunun fıtratında vardır öfke duygusu. Sınırı konulmamış üç kuvveden biridir. Eski tâbirle kuvve-i akliye, kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiyye. Bunların üçünün de üç ayrı derecesi ve dozu bulunmaktadır. İfrat, tefrit ve vasat.
İnsanoğlu başka hiçbir mahlûka nasip olmayan akıl nimetine sahiptir. Ancak akıl diğer iki kuvvenin etkisinde kalıp kalmama oranına göre sağlıklı değerlendirmeler ya da yanlış davranışlar içine girebilir. Kısaca bu üç kuvve, birbiriyle daimî bir etkileşim içindedir. Sair duygu ve hasseler bu üç motorun dallara ve kollara ayrılmış üniteleri gibi etkileşim ve yönlendirilme pozisyonundadırlar.
Tarihte bir çok şahsiyetin aklını, şehvet ve öfke duygusuyla birlikte ele almak gerekir. Yani öfkesini ve şehvetini (şehvet sadece cinsellik değildir) ne oranda akıl merkezinde kullanabilmiş, aklını hangi ölçüde bu iki kuvveden etkilenmeden ya da onların olumlu ya da olumsuz etkileşimi içinde kullanabilmiş olmasına bakmak gerekir.
Öfkenin aklı giderdiği gerçeği iki açıdan dikkate alınmalıdır. Bunlardan birisi, öfke yüzünden insan aklı azalmaktadır. İkincisi öfke anında insan, aklını devre dışı bırakmıştır, davranışlarda aklîlik seviyesi düşmüştür. Hatta neredeyse akıl devre dışı bile kalabilir.
Öfkenin olduğu ve hâkimiyet kurduğu yerde kişi artık aklî muvazenesini yitirmiş olduğundan hatalar zinciri peşpeşe gelebilir. Öfke ile kalkanın zarar ile oturması vecizesi buna işaret ediyor kanaatimce.
Haklı olmak öfkelendikten sonra yerini haksız olmaya bırakır çoğunlukla. Çünkü öfke ile öylesine yanlış söz, davranış ve tavırlara girilir ki hem üçüncü kişilere haklılığınızı anlatamaz duruma düşersiniz, hem de ikinci kişiye haklı değil de haksız olduğunuz konusunda hiç yoktan malzeme vermiş olursunuz. Böylece ilk etapta haklı oluşunuzu kaybetmenin yanı sıra, haksız durumdaki ikinci kişiyi haksızlıktan haklıymış konumuna getirmiş olursunuz. Üçüncü kişilere kendinizi ifade etmede güçlük çekmeniz, inandırıcılığınızı yitirmeniz ve hatta iletişim kopukluğuna yol açmanız da işin çabası, haybeden zararıdır.
Günümüz sosyal siyasetinde ve uluslar arası ilişkilerde en çok kullanılan taktiklerden birisi herhangi bir lideri, cemaati ya da devleti veya devletleri öfkelendirerek diplomaside yanlış yola sürüklemektir. Yani karşının hata yapmasını sağlamaktır. Hata yapılınca siyasette değil bir cenaha, belki birden daha çok cenaha manevra alanları açılmış olur. Artık satranç tahtasındaki piyonların veya o an için yol tıkayan önemli taşların kolay ve ucuzca kaybı gibi, bir çok mesnet ve dayanak elden bir anda, bir anlık öfke sonucu çıkarılır ve rakibe yeni yollar, fırsatlar sağlanmış olur. Dolduruşa gelmek bir yerde bu şekilde başlar hep.
Karşıyı öfkelendirecek, karşıyı hataya sürükleyecek bir çok tahrike karşı sükûnet ve akl-ı selim sahibi olarak düşünceyi devreye koymak her babayiğidin kârı değildir. Böyle olmasındandır ki tarihte büyük iş başarmış örnek şahsiyetler çok azdır ve farklı konumda olduklarından dolayı da hedeflerine ulaşabilmişlerdir. Onlar bu gibi tahrik edici olaylar ve davranışlar karşısında planlı ya da plansız formüle edilmiş taktiklere asla kapılmamışlar ve tâbiri caizse ezber bozmayı da bilmişlerdir. Yani bu tür davranışa şu tür tepki vereceği hesaplanan kişinin olayı sekînet ve sükûnetle karşılayarak öngörülü biçimde ezber bozması üzerine oyunlar da bozulmakta ve netice elde edilememektedir. Çoğunluğun yaptığı benzer ve ortak davranış ise öfkeyi, gayzı galeyana getirecek olay karşısında hemen düşünceyi öfkenin eline teslim ederek rastgele sonucu hesaba katmadan yapılan fevrî davranışlardan dolayı zarar etmek ve deşifre edilmektir. Bırakınız tarihi, günümüzün alelâde terör, nümayiş, gösteri ve bir takım yerlere ve makamlara saldırı sonrası dengelerin değişmesi hep bunun canlı örnekleriyle doludur. Düşünenlere ve öfkesini yenenlere hatırlatmaya gerek yok.
24.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|