Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Türkiye raporunu kabul etti. Bugüne kadarki “en ağırlaştırılmış rapor” olarak kayda girdi. Raporun istek listesi bir hayli kabarık. Bu da ilgisizliğin faturası olsa gerek.
Dışişleri Bakanı da dahil, Türkiye’nin Avrupa Birliği konusunda durağan bir döneme girmesinin sonuçları bu rapor. Neredeyse trafik durdu. Avrupa ihmal edildi. Ortadoğu’da uzlaştırıcı diyaloglarda sarf ettiğimiz zamana ve çabaya karşılık Avrupa gündemini es geçtik.
Raporda; Ermeni soykırım iddialarının kabul edilmesi isteniyor, bu AB üyeliğinin bir ön şartı olarak görülüyor. Nihaî kararı AP Genel Kurulu vereceği için metnin tashih imkânı var. Bağlayıcılığı yok.
AB raporuna, Dışişleri Eski Bakanı ve TBMM Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkanı Yaşar Yakış, “Olumsuz, ama sürpriz değil” diyerek sonucu tahmin ettiklerini belirtiyor. TRT’deki canlı yayında; yaşanılan süreci, rapor şokunu ve bundan sonra yapılacaklara atfen; “Çorba hazırlığına mutfakta müdahale etmek yerine, servis masasında yemeği değiştirmeye kalkışmak” şeklinde şaşırtıcı bir yorum getiriyor. Hükümete gönderme yapıyor. Yetersizlik imasında bulunuyor.
Buradan anlaşılıyor ki, AP Dış İlişkiler Komisyonu 60’a yakın üyesi ile karar almışken, genel kurul onayı 500’ü geçen parlamenterden geçiyor. Genel kurulda, partilerin grup kararları bağlayıcı oluyor. Buna göre milletvekilleri oy kullanıyor. Yaşar Yakış’ın dediği gibi mutfak çalışması yapmak yerine servis masasında yemeği tartışmak, uzun ve meşakkatli adımları beraberinde getiriyor.
Bir boşluğumuzun daha farkına varmamız gerekiyor. O da, komisyon düzeyinde birebir diyalog eksikliği. Siyasî zemine inmeden diplomasi yoğunluğu, ön bilgi verme ve ikna turları içinde ön yargıları azaltıcı, yumuşatıcı bilgilenme ağının yeterli olmayışı. Sonucu değiştirecek bir etkinliğe ulaşmaması.
Benzer mekanizmanın parlamenter sisteme entegre olacak eş siyasi düzeyde de yapılması bir zaruret. Makul insan diyaloglarının, geniş bir zaman diliminde farklı sosyal iletişim boyutlarında tanıtım, dostluk ve yakınlaşmalarla sürdürülmesi lâzım. İhmalin ceremesi kamuoyumuzun menfi etkilenmesidir.
AB sürecinde düğümlenen unsurlara raporlama aşamasında bigane kalıp, sonrasında iç kamuoyuna AB tepkisi vermek ve AB ülkelerine bir anlık tehevvürle rest çekmek; sonunda ABD’nin kıyak jestleri ile yol yürümek ne anlama geliyor?
Daha açık tabirle lobi stratejimiz henüz istenen seviyede değil. Mevsimlik mesai teksif ediyoruz, bir köprüyü geçince yeni bir geçidin karşımıza çıkacağını unuturcasına başka gündemlere kayıyoruz.
Daha profesyonel siyasî, kültürel ve tarihî uzlaşma yollarını arayacak açık ve dostâne paylaşımların yeterince sağlanamadığı kanaati kamuoyunda oluşuyor.
Teknik düzeyde yürütülmesi gereken ve ev ödevi niteliğinde bürokrasinin ikmal etmesi talep edilen aşamalar siyasî iradenin kararlılığıyla devam ettirilebilir.
İkinci nokta ise siyasî otoritenin, yani hükümetin düzenleyici ve koordinatör olarak devletin ana yapısında yapılması istenen değişiklikler ve reformlarda elini çabuk tutmasıdır.
Her yılın Eylül-Ekim aylarında Avrupa gündemiyle bütünlemeye kalmış öğrenci gibi sınıfı geçme sancıları çekmenin ve kıvranmanın âlemi yok. Yıl içinde derslerimize doğru dürüst çalışıp, karnemizi alırken mutlu olmayı öğrenmeliyiz.
İradî tecelli zayıfladıkça, kamuoyunu etkilemeye çalışan ulusalcı çevreler kesif bir propaganda ile zihinleri karıştırmaya cesaretleniyorlar. Avrupa yolculuğu kazaya uğramadan, duraklarda fazla beklemeden yol alma ve yolcuları usandırmama hususunda siyasî iradenin ciddi vebali var.
Avrupalıların bizi anlamasını beklerken, “öteki” diyerek kasıt aramak ve ahkâm kesmek yerine, üstlendiğimiz vazifeleri deruhte etmeliyiz.
Sıkıştıkça, fazla gerdiği vidalarını gevşeten genel idarî ve siyasî sistemimiz, daha aktif ve hassas bir şekilde AB münderecatına zaman ayırmalı ve yeni bir kampanya ile bunu yaygınlaştırmalıdır.
07.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|