Batının haçlı seferleri, şekil değiştirdi. Taassup, bilimin penceresinden sızıyor. Zulüm, demokrasi şapkasıyla, papyonlu bir tebessümün sırıtan yüzüyle gizleniyor. Kilise, dünyevileşmenin laikliği ve hedonist ruhun pençesinde zorlanıyor. Kiliseyi dışlayan sekülarizm, çağdaşlığın ahlâkî varlıklara savaş açan sefahatiyle kol geziyor.
Batı, maddî kalkınmayı başarırken, toplumuna uyutucu ve geçici de olsa bir dünya mutluluğu tattırdı. “Hayat bir mücadeledir” tezine sahip çıktı. Bencil ve ötekine kapalı şartlanmışlığını yenemedi. Bu yüzden İslâm dünyasını ve Müslümanları, bir pazar, işgal alanı ve sömürme parçası olarak gördü.
Tarih, bu kayıtları değiştirdikçe, toplumların hafızası yenilendikçe, birinci ve ikinci dünya savaşları yaşanınca; ırkçılığı, dinî taassupları ve dinlerle kavgalı materyalizmi sorgulayan kapılar aralanmaya başladı. Bu aralama, katı bir laikliğin Fransız örneği ve sömürgeci İngiliz siyaseti ile doğu Avrupa’yı kasıp kavuran demirperde acılarının külleri üzerinde kendini buldu.
Bu defa daha ılıman ve sinsi kapitalizmin tüketim kültürü üzerinden kadını özgürleştirme tezgâhı devreye girdi. İletişimin nifakı arttıran gizli perdesi ile İslâmı ve Müslümanları etkisizleştirmeye çalıştılar. Bunun için en iyi araçlar; resmî ve katı doğu rejimlerini halka rağmen korumak, desteklemek, kaynakları tepe yönetimleri ile paylaşmak, sanayi ve demokrasi adımları atan ülkeleri ise askeri ve siyasi darbelerle alaşağı edecek stratejiler geliştirmekti.
Bu fasılda, yeşil kuşak teorisinin komünizme karşı Müslümanlara arka çıkan menfaatçi ve menhus ruhu, Rusya’nın yıkılması ile birlikte iki yüzlülüğün sırıtan veçhesi ile fark edildi.
Doğuyu pazar görme iştahı, menfi batıyı doyurmayınca, modern sömürgeler kurdu. Toplumsal talepler; batının onayından geçmiş yerli diktatörler üzerinden kontrol edildi.
Menfi cephenin bu oyunlarına tepki olarak olumlu cephe uyandı, farkına vardı. Birbirini anlamaya çalışan, insani düşünen, halkların iradesini saygı temelinde kavramaya niyetlenen akil insanlar çoğaldı. Edipler, filozoflar ve âlimler, ön yargılarını azaltmaya, ateist düşünce ekseninde gelişen tahrip edici akımlara ve bozguncu yapılanmalara karşı bir mutabakat kurmaya çalıştılar.
Türkiye’de ise cumhuriyetin üçte ikilik yaşı, AB sürecinde geçti. Bu serüvenin iyi niyetle döşenmiş demokrasi taşları, zaman zaman sökülüp kaldırımlar iptal edildiyse de, patika yoldan yine ana yola dönüldü.
Bu arada Türk dünyası, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birbirine kavuştu. Arapların uyanışı ise bıçak kemiğe dayanınca ortaya çıkmaya başladı. Batının menfi yüzünün Ortadoğu’da başlattığı işgal ve savaşlar, yılların biriken nefretini namluların ucunda karşılıklı kusarken, mağdur ve mazlûm insanlar iki tarafta zulme ve haksızlığa karşı seslerini yükselttiler. Çok etkili olmasalar da basiretin geleceğini okumaya başladılar.
Sorgularını arttırdılar. Birbirlerini öğrenmeye başladılar. İnternet ile güncel bilgi kaynaklarına ulaşma kolaylığı, ticari işbirlikleri ve yakınlaşmaları beraberinde getirdi.
Medeniyetler arası bir sağduyu gelişti. Bozguncuların İslâm fobisi yeni bir stratejik atağa dönüştü. Bunu önlemek, dini mensubiyeti sağlam Müslümanların ve Hıristiyanların dünya barışına yapacakları katkı mümkündür. İfsat eden şer odaklı organizasyonlardan kurtulmanın başka çaresi görünmüyor.
Doğuda ve batıda bunu doğru anlayan ve yakınlaşmanın gereğine inanan bilim insanları artık ortak medeniyetin tasavvurunun farkındalar. Türkiye bu aşamada, çok köklü ve etkili bir mesaj kalitesi ile öne çıkmalıdır. İslâmı, Müslümanları, doğuyu, Ortadoğuyu ve Orta Asya ile Balkanları kapsayan etki alanında en üst doğru algıyı sağlayacak bir paradigmayı ortaya koymalıdır.
İslâm fobisini düşünce ve davranışlarımızla kıracak şekilde müsbet insanlara ulaşmalıyız. Misyon insanları, sorumluluklarına koşmalı. Önce kendimizle yüzleşerek ve yüzleşenlerle birleşerek..
04.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|