Hayal âleminde yaşalak başka, gerçeklerle iç içe olmak başkadır. Hayal de bir gerçektir, ama hayalin ne olduğunu bilmemek ve hayallerle yaşamak gerçek değildir!
Obje, bilgi veya düşünce önce, beynimizin ilk basamağında ”tahayyül” edilir. “Tahayyül” hayâl etme; insanın sezgi, altıncı his, uyanıkken misal âlemine giriş, yâni temaşa etme (duru görü), olağanüstü düşünme, tasarlayabilme gibi duygularımızla bağlantılı gücümüzdür. Misâl âlemindeki fotoğrafları algılayabilen, süratle o âlemi dolaşan ve zihnimizin ilk basamağıdır.
Hayâl, aklın hizmetkârı ve tasvircisi olduğundan bir düşünce veya nesne/obje evvelâ buradan geçer. İster şuûrunda olalım, ister olmayalım; yaptığımız her şeyde kesinlikle tahayyülî bir çaba vardır. Çünkü, soyut bilgi ve fikri sonuçlara, “tahayyül”den başlanarak varılır.
Hayâlimiz, bir şeyden yola çıkar, hiç ilgisi olmayan çok farklı veriler elde eder. Meselâ, kısa, ince bir boru veya hortum görsek, hayâlimizde hemen kaval-flüte benzetiriz. Çünkü, boru ile flüt arasında bizzat; “yuvarlaklık, uzunluk, dürülmüşlük, içi boşluk” gibi gizli münâsebet ipleri vardır. Kavaldan da diğer bağlantılara; yâni çobana, çobandan koyunlara, koyunlardan çiftliğe, çiftlikten çeşitli hayvanlara, bağ-bahçeye, tahıl, sebze ve meyvelere; pazara, büyük mağazalara, hanlara, saraylara kadar uzanır gider...
Hayalde herhangi bir hüküm, bir fikir oluşmadan hayal-meyâl, karma karışık resimler, fotoğraflar, görüntüler belirir. Hepimiz hayâl kurarız. Ve bunların bir çoğunun saçma-sapan, safsatalardan ibâret olduğunu biliriz. Bu, normal ve tabiî bir süreçtir. Çünkü, eşya arasında gizli münâsebet ipleri bulunur. Ya bizzat vardır veya biz hayâlimizle olmayacak irtibatlar kurarız. Ne var ki, nesne, soyut düşünce; tahayyülde, yâni hayâl seviyesinde kalırsa, ondan safsata çıkar.1 Dolayısıyla burada kalmış bir inanç da elbette saçma-sapan, hurâfeler yığını olur; evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılır.2 Ve bir başka hayal gelir, onu yok eder. Hayalde safsata çıktığı gibi; hayalin sonu da hezimettir. Önemli olan hayâlleri diğer merhalelerden geçirerek ileri basamağa çıkarmaktır.
Hayâli hakikate karıştırırsak; hakikati de rencide eder, mahvederiz. Şöyle ki: Bir çoban, akşam üzeri, güneş batmak üzere iken; başını elinde sopasına, sırtını da kulübesine yaslanmış ve şöyle güzel bir hayal kurmaya başlamıştır: Koyunları bekleme ücreti olarak aldığım ve tavana astığım şu yağ testisini doldurduktan sonra pazarda satarım. O parayla bir koyun satın alırım. Koyunuma güzel bakarım; seneye doğurur. O da doğurur. Herbiri, her sene yeni yavrular verirler. Kısa zamanda katlanarak sürü sahibi olurum. Yine onların yarısını satar, bir köşk ve çiftlik satın alırım; diğer yarısını katlayarak artırırım. Sonra kralın kızıyla evlenirim. Güzel, gürbüz bir erkek çocuk sahibi olurum. Ona edebi öğretmek için özel hocalar, bilge kişiler tutarım. Ondan bir şey istediğimde, derhal yerine getirir. Eğer saygıda bir kusur ederse; şu değnekle kafasına bir indiririm... Derken, sopasını öfkeyle yağ testisine vurup parçalamış. Her şey bitmiştir, hakikat olan bir testi yağı da yok etmiştir.
Bu hikâyeyi hayatın her katmanında kullanabiliriz. Hayal gerçek değil. Hayalî inançlar da iman değil. Dinimizin hakikatleri hayal bulutlarının arkasında sarılı ise, bize bir faydası yoktur.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 647.;
2- Muhâkemât, s. 16.
04.09.2006
E-Posta:
[email protected] - [email protected].
|