Dimağımızın merhalelerini ve bilgiyi nasıl özümsediğini anlarsak, imanımızı da o derece özümser ve güçlendiririz. İman nasıl oluşur? Taklidî, geleneksel iman tahkikîye, gerçek ve güçlü imana nasıl ulaşır? Meselenin bu cephesini anlamak için zihnimizin yapısını ve merhalelerini tahlil etmeliyiz. Zihnimiz/dimağımız nasıl bir yapıya sahiptir ve nasıl işler? Bilgi, düşünce, nesne/obje ve soyut düşünceler zihnimizin hangi basamak, hangi kademelerinden geçerek kesin kanaat, inanç ve imân olur?
Aslında çok girift, komplike bir fabrika veya canlı bir saray gibi değerlendirebileceğimiz insan duygularında (beyin, akıl, kalp ve vicdânında) muhteşem faaliyetler, işlevler, fonksiyonlar kompleks bir yapı olarak biribirine bağlanmıştır. Dimağ, zihin de bunlardan birisidir. Çok boyutlu bir varlık olan insan yapısı üç temel kategoride ele alınır:
1- Zihin (düşünce),
2- Kalp (duygular)
3- Ve nefs (psiko-fizyolojik yapı).
Zihin, akıl, delil ve muhakemeye dayanarak sonuca varır, mutmain olur; akl-ı selîm veya akleden kalb olarak icraatını yapar. Kur’ân’ın tabiri olan “akleden kalb”1 şöyle açıklanabilir:
Beynimiz soyut ve analitik zekânın; kalbin ise duygusal zekânın üretim merkezidir. Burada üretilen duygu taşıyan sinyallerin beynin limbik sistemine taşındığı buradan da beyin üzerinden hissîn duygusal cevabın vücuda ve dış âleme yansır. Kalp ile beyin arasındaki çift yönlü muhabere ağını oluşturan, yani, beyinden bağımsız, kendine has, kompleks ve esrarlı 40 bini aşkın, adına “kalpteki beyin” denen bir sinir sistemi bulunduğu ve beyinle dört kanal üzerinden iletişim kurduğu tesbit edilmiştir. İşte “akleden kalp” bu olsa gerek. Kalbin maddî gücü, kanı 3 metre yukarıya sıçratacak çaptadır. Manevî gücü ise, bir mesaji kâinatın bir ucundan diğer ucuna, hatta metafizik âlemlerin derinliklerine gönderecek kadar güçlüdür.
Diğer taraftan kalbe ilham edilir o da sezer, keşfeder ve psiko-fizyolojik açıdan da duygusal bağlantıları kurar. Nefs ise, itici gücü oluşturur ve duyular vasıtasıyla malzeme toplanmasında psiko-fizyo-biyolojik görev alır.
Bir bilgi ve düşünce; dimağımıza düşer düşmez, hemen kesin bir kanaat ve inanç hâlini almaz. Yukarıda sıraladığımız zihnî kademelerden geçerek en son merhalede kanaat ve hakikî imân olur. Bilgi, ilim, obje ve düşünceler; duyular vasıtasıyla alınır, zihnin merhalelerinde yoğrularak senteze tâbi tutulduğunda pek tabiî olarak her merhalede farklı sonuçlar çıkar. Henüz hayâl, tasavvur veya akıl terazisine düşen bir bilgiyi; imân, itikad zannedebiliriz.
Halbuki; hayâl kademesindeki bilgi başka bir şey, tasavvurda başka, akılda, tasdik veya iz’ân’da bambaşka bir sonuç alınır. Tıpkı, insan; anne rahminde “cenin”, doğduğunda “bebek”, az büyüdüğünde “çocuk”, geliştiğinde “genç”, olgunlaşıp yaşlandığında “kâmil bir ihtiyar” adını aldığı gibi, bilgi, düşünce ve objeler de zihnimizin basamaklarında farklı olabilir. Ancak, çoğu kez bunları karıştırırız.
Bilgi, obje/nesne, olay ve soyut düşünceler zihnimizin “Uygun tepkiler, şuûrlu “zihnî oluşumlara” bağlı olduğu psikolojik bir tesbittir.2 Zihnimizin basamakları “tahayyül” (hayal etme), “tasavvur” (tasvir etme), “taakkul” (akıl terazisine vurma), “tasdik” (doğrulama), “iz’ân” (anlama, kavrama, idrak etme), “iltizam” (taraf ile teslim olma) teknelerinde tahlil edilir, senteze tabi tutulur, yoğrulur ve en son kademe “itikad” (imân, yüksek inanç, kesin kanaat”3 kademesinde servis yapılır; kalp, vicdân gibi duygularımıza mal edilerek özümsenir, meleke/mahâret hâline getirilerek pratiğe dökülür.
Dipnotlar: 1. Kur’ân, Hac, 46.; 2. Prof. Dr. Özcan Köknel, Prof. Dr. Kurban Özuğurlu, Prof. Dr. Güler (Aytar) Bahadır, Psikoloji, s. 14.; 3. Sözler, s. 647
03.09.2006
E-Posta:
[email protected] - [email protected].
|