Bir dönemlerin sakıncalı ismiydi Zülfü Livaneli... Bu yüzden uzun bir süre yurtdışında yaşamak zorunda kalmıştı.
Komünizmle mücadele adına en pespaye yöntemlerin kullanıldığı, devleti kurtarma adına yasaklamaların, cezaevlerinin, işkencelerin, miting meydanlarında, okul önlerinde silahla taramaların revaçta olduğu dönemdi. Nasıl ki şimdi “İslâmcı terörist”, Taliban ya da El Kaide damgasını vurdun mu adama istediğini yapman meşrû kabul edildiği gibi, o zaman da solcu olmak vatan hainliği ile eşdeğerdi.
Sadece Livaneli değildi sakıncalı olan. Zülfü Livaneli’nin türkülerini söylemek, kasetlerini bulundurmak da bir o kadar suçtu.
Şimdi gençler onun türküleriyle romantik anlar yaşarken, o zamanlar “Odam kireçtir benim” demesiyle devletin yıkılacağı, “Leylim ley, leylim ley” türküsüyle rejimin sarsılacağına inanılırdı.
Türkülerinin genç beyinleri yıkadığına inanılsa da aslında sol fraksiyonlar Zülfü’yü pek sevmezlerdi. Onun burjuva gibi yurt dışında yaşadığını düşünürler, ancak solcu gençlere ters düşmemek için de seslerini çıkarmazlardı.
O sıralarda kızı popçu Aylin Livaneli henüz bebekleriyle oynadığı için sol grupların, “kızı popçu” deyip, “goşist” damgasını yememişti.
Rejimin sakıncalısı Zülfü Livaneli, 30 Ağustos Zafer Bayramı için hazırlanan özel program kapsamında yıllar sonra sahneye çıktı. Ve yıllardır seslendirmediği parçalarını okudu. Zülfü Livaneli hayranları açısından her yönüyle bir nostalji yaşattı.
Düşüncesi, çizgisi, geçmişi ve geleceği bir yana bir dönemin “sakıncalı ismi”, “vatan haini”, “devlet düşmanı” olarak gösterilen Zülfü ile 30 Ağustos Zafer bayramını kutladı Türkiye...
***
Yine o günlerde Alpaslan Türkeş şiirlerini okumadığı için henüz meşrulaşmamıştı Nazım Hikmet.
Kaçıp gittiği Sovyetler’de, “Beni yarattı” dediği Stalin tarafından bir kâğıt gibi buruşturulup köşeye atılmanın hayal kırıklığını yaşarken, burada onun şiirlerini okuyanlar cezaevlerine atılıyor, kitaplarını bulunduranların canına okunuyordu.
Şimdi hoşgörünün simgesi ve hatta “Ben değiştim” demeden değiştiğini göstermenin bir işareti oldu, okkalı bir Nazım şiiri okumak.
Nazım’ın,
“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi
Uzanan bu memleket bizim”
Şiiri ülkücü yazarların ilham kaynağı da oldu artık.
***
Bunca sözden sonra diyeceğim odur ki, soğuk savaş döneminin “vatan hainleri”, “sakıncalıları”, “Sovyet uşağı kızılları” olarak görülenler, değişen konjonktürle birlikte Zafer gecelerimizin millî sanatçısı, kurtuluş savaşının en büyük şairlerinden biri olup çıkabiliyor.
Herkesin elinde bir damga, önüne gelene “vatan haini” damgasını vurduğu bir yer burası. Kimilerinin kafasındaki şablona göre, siyahla beyaz gibi, memleket Edirne’den Kars’a tam ortasından vatan haini olanlar ve olmayanlar diye ikiye bölünmüşken, küçük bir hatırlatma yapmak istedim.
Yarın konjonktür değişir, sizin vatan haini dediklerinizin güfteleri ve besteleri eşliğinde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları yapılırsa şaşırmayın.
Bu ülkede değişen konjonktüre göre tehdit değerlendirmesi yapıldığı için bir de bakarsınız ki, siz vatan haini saflarında yerlerinizi almış olursunuz.
“Kırmızı Kuşak” devrinin hainleri ulusalcı, yeşil kuşak devrinin vatanperverleri sakıncalı olduktan sonra bu ülkede kimin ne zaman kahraman, ne vakit hain olacağı pek bilinmez.
Demem o ki, kolay yoldan kimseye vatan haini damgasını vurmayalım. “Millî Siyaset Belgesi”nin tehdit değerlendirmesi istikametinde birbirimizin boğazını sıkıp, boş yere gerginlikler üretmeyelim...
“Ne yaptıksa vatan için yaptık” diyenler bir gün kendilerini Mamak zindanlarında buldukları gibi, vatan haini olarak Ziverbey Köşkü’ne çekilenler bugün Çankaya Köşkü’nün en itibarlı konukları oldu.
Zülfü Livaneli’yi dinlerken, bir yandan da Yavuz Bingöl, “O Şimdi Asker” filminde, “Nice Koçyiğitler yere serilir. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” türküsünü söylüyordu.
Devirler değişir, tehditler değişir, geçmişin haini kahraman, kahramanı hain olur.
Ölen ölür, kalan sağlar her zaman bizimdir. Ne de olsa her şey vatan içindir...
01.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|