Millî Eğitim’de dikkati çekenler...
“Hekimlerle, eğitimcilerin emeklisi olmaz” diyenler, doğru söylemişler. Hakikaten 9 yıldan beri, emekli bir eğitimci olarak Millî Eğitim işlerinde olup bitenlere karşı hiç de ilgisiz kalmadım. Ve de dikkatimi hiçbir şekilde eğitim işlerinden kaçırmadım. Sorumluluktan uzaklaşmış olmak, olup bitenleri bana, belki de daha rahat ve daha objektif görme imkânını sağladı. Bu sütunlarda daha önce de yazdığım gibi, 34 yıllık meslek hayatımda bir çok Eğitim Bakanı ile çalıştım ve her birinin ayrı bir hareket tarzını gördüm. Hükümetin çok önemli koltuklarından biri olan Millî Eğitim Bakanlığına oturan her Bakan, geçmişte yapılanları hiç önemsemeden kendisinin çok şeyler yapacağını düşleyerek, hatta söyleyerek o koltuğa oturduysa da, kalktığında kendisinin de hiçbir şey yapamadığını görüverdi. AKP iktidarının Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’le ise, hiç karşılaşmadım. Ama geliştirdiği ve bugüne kadar hayata geçirdiği projeler, Bakanın koltuğunu terk ettiğinde, geride bir şeyler bırakacağını gösteriyor. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi Bakanın tek kusuru, bir çok işinde hukuku “bay pas” edip, kısa yoldan sonuç almak istemesi ve çok geçmeden yargının duvarına çarpması. Geçtiğimiz ay eğitim hizmetlerinde Bakanın yeni icraatlarını, göze batan bazı olayları ya da faaliyetleri bu yazıma birkaç başlık altında konu edip, eğitim işlerine ilgi duyan Yeni Asya okuyucuları ile bugün paylaşmak istedim.
GÖREVİNİ İHMAL EDEN MÜDÜR,
TERFİ ETTİRİLMİŞ!
Geçen yıl, Ordu ilinin okul binası ihtiyacının karşılanması için Bakanlıkça, ile, tam 10,5 milyon YTL (On buçuk trilyon lira) gönderiliyor. İl Millî Eğitim Müdürü, verilen talimata rağmen okul yapımı için hiçbir girişimde bulunmuyor ve parayı bir yıldan fazla bir süre bankada bekletiyor. Okul çağındaki çocukların, okulsuzluktan dolayı uğradıkları zararı telâfi etmek imkânsız.
Durumu öğrenen Bakan, Müdürü bu ilden alıp, Artvin’e naklen ve tekrar Millî Eğitim Müdürü olarak tayin ediyor. Oysa Müdür, apaçık ve tam bir “görevi ihmal” suçunu işlemiş. Hukuk Fakültelerindeki Ceza Hukuku dersinde, görevi ihmal suçuna verilebilecek en iyi örnek bu. TCK 230. Maddesi “Bu suçu işleyenlere üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir” diyor. Aynı madde ayrıca, “Bu ihmalden dolayı devlet zarar görmüşse, o kişi altı aydan üç yıla kadar hapisle cezalandırılır ve memuriyetten de temelli uzaklaştırılır” diye ekliyor. Bu ihmalden devletle beraber, esas bu milletin çocuklarının zarar gördüğü ortada. Ama, hem adlî, hem de idârî yönden takibata uğraması ve cezalandırılması gereken Müdür, ödüllendiriliyor. Bakanlığın tasarrufu, oldukça garip değil mi?
ORTAÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNİN
KİTAPLARI DA BU YIL ÜCRETSİZ
İki yıldan beri ilköğretim öğrencilerine, bu yıldan itibaren de ortaöğretim öğrencilerine, ders kitaplarının ücretsiz verilmesi, velileri çok mutlu ediyor. Kitapların ücretsiz olması bir yana, kitap kuyruklarının, dolayısıyla bu kuyruklarda çekilen çilenin ortadan kaldırılması, hükümete yüksek bir “artı puan” getirdi.
Ne var ki, Bakanlığın adı kullanılarak “100 Temel Eser” adı altında yayınlanan kimi şiir ve bilmece muhtevalı kitapların, “müstehcen” sözlerle dolu olması karşısında, Bakanlık kendisini asla “mazur” gösteremez. Bakanlık yetkilileri, “Bu kitaplar, bizim tetkikimizden geçmedi” deseler de, okullardan herhangi bir ihbarda mı almadılar? Kaldı ki, Talim Terbiye Dairesi’nin tetkikinden geçtikten sonra, ders kitabı olarak okutulan Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi kitabında, geçen yıl Peygamberimizin (asm) resminin çizildiğini görmedik mi?
DİN KÜLTÜRÜ VE AHLÂK İLGİSİ
ÖĞRETMENLERİNİN, EĞİTİM
FAKÜLTELERİNDE YETİŞTİRİLMESİ
Böyle bir karar alıp, yeni bir program hazırlaması, Millî Eğitim Bakanlığının bütün icraatına “ön yargı” ile bakan bugünkü YÖK’ten zaten beklenmeliydi. Ancak, öğretmenin yetiştirilme tarzı nasıl olursa olsun, onun öğrencilere uygulayacağı, yani okutacağı program önemlidir. Bu program da, Millî Eğitim Bakanlığınca hazırlandığına göre, şimdilik endişe edilecek bir durum yoktur. Ama, bir gün “materyalist” bir zihniyet gelir de, bu dersi ortadan kaldırırsa, işte o zaman endişelenmekte herkes haklı olur.
BAKAN, YÖK’ÜN KARŞISINDA ACABA
NEDEN “PES ETMİŞ” GÖRÜNÜYOR?
Millî Eğitim Bakanı Çelik’in “YÖK’ün karşısında yetkimiz yok” demesi yanlıştır ve bir “acz”i gösterir. Anayasayı değiştirebilecek bir siyasal güce sahip olan hükümet, YÖK Kanunu’nu acaba neden değiştiremiyor?
Bu acizlenme, başta İmam Hatip Liseleri’nin öğrencileri olmak üzere, tüm Meslek Liseleri öğrencilerini mağdur etmiştir. Türkiye’de, her kademedeki eğitim işlerinin yegâne sorumlusu Millî Eğitim Bakanlığı’dır. Davulu taşıyan Bakanlık, tokmağı YÖK’ün elinden almalıdır.
TOPLANAN “MİLLÎ EĞİTİM ŞÛRÂLARI”NIN,
EĞİTİME HİÇBİR FAYDASI OLMUYOR
Yakın bir gelecekte, “Millî Eğitim Şûrası”nın yeniden toplanacağı ifade ediliyor.
Eğitimcilerden ziyade, çeşitli kesimlerden ve mesleklerden seçilenlerin katılımıyla zaman zaman toplanan ve bir zamanlar benim de katıldığım Millî Eğitim Şûralarının, bugüne kadar eğitime hiçbir faydası ve katkısı görülmedi.
Onun yerine, yerel yöneticilerin bölgelerindeki eğitim hizmetlerinin mevcut durumunu ve geleceğe yönelik projeleri ihtiva eden raporlarını Bakanlığa göndermeleri, bu raporların da bir Bilim Kurulu tarafından incelenip değerlendirilmesi çok faydalı olacaktır. Bir-iki günlük görüşmelerle biten Şûra kararlarıyla eğitim meseleleri çözülemez. Geleceğe yönelik projeler üretilemez ve geliştirilemez.
“SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMEN İSTİHDAMI”,
BAKANIN BÜYÜK BAŞARISIDIR
Sözleşmeli öğretmenlerin, kadrolu öğretmenlerden daha başarılı oldukları artık ispatlandı. Öteden beri, özel dershaneler ve özel okullarda belli süreler için sözleşme yapılarak çalıştırılan öğretmenler, bunun en belirgin delilidir. Çünkü, başarısız olan öğretmenlerin, sözleşmelerinin bitiminde işlerini kaybedecekleri ortadadır. Kadrolu öğretmenlerde ise, böyle bir endişe yoktur. Endişesi olmayan öğretmenin de, başarılı olmak için, herhangi bir niyeti ve gayreti görülemiyor.
Bakan Çelik, geçen ay alınacağını açıkladığı 7000 sözleşmeli öğretmenle, sözleşmelilerin sayısını giderek artırıyor. Bakanın bu tasarrufunu takdirle yâd ediyorum.
İNTERNET ÜZERİNDEN YAPILAN
KAYITLAR VE KAYIT PARASI
İlköğretim okullarında okuyacak öğrencilerin kayıtları bu yıl ilk defa internet üzerinden yapılıyor. Yüklenen yanlış bilgilerle, kimi sahtecilikler yapılsa da, bu girişim veliler için büyük bir kolaylık oldu.
Ancak, kesin kayıtlardaki belge teslimi sırasında yeniden “bağış” adı altında “kayıt parası” isteneceği ve istendiği, yine ülkemizin gündeminde. Kapatılan Okul Koruma Dernekleri’nin saldığı korkuyu, şimdi onların yerini alan Okul Aile Birlikleri salıyor.
Bakanlık, kayıtlar sırasında artık “Hiçbir şekilde para alınmayacak” demeli ve verdiği emri takip etmelidir. Bilindiği gibi, Danıştay da, bundan böyle okullarda “bağış” adı altında hiçbir şekilde para toplanamayacağına kesin karar vermiştir.
ÖĞRETMENEVLERİ’NİN, YÖRELERİNİ
TANITAN SERGİSİ ÇOK GÜZELDİ
İl merkezlerinde bulunan tüm öğretmenevlerinin, iki yıldan beri Ankara Başkent Öğretmenevi’nin bahçesinde açtıkları sergiler büyük ilgi ve beğeni topluyor.
Geldikleri illerin mahalli özelliklerini ve ürünlerini burada sergileyen kuruluşlar, mahallerini tanıtırken, yeni bir meslekî dayanışmayı da ortaya koyuyorlar.
Ne var ki, serginin tanıtımı önceden iyi yapılamıyor. Sergide ayrıca, eğitim kurumlarının mahallerinde ürettikleri de teşhir edilebilmeli ve üretimlerin eğitimle mutlaka bir ilintisi kurulmalıdır.
Geçen ayın eğitim haberlerinin arasında dikkati çeken başka bir konu ise, Bakanlığın, Ankara Sanayi Odası ile işbirliği yaparak, “Öğrenimini yarıda bırakmış olan işsiz gençlere iş kazandırma projesi”ydi. Bir diğer haber de, bulundukları yerlerde 5 yıldan fazla kalmış olan Okul Müdürlerinin yer değiştirmeleriyle ilgiliydi. Çok tartışılan bu konuda, Bakanlığın, artık yargıdan onay aldığı görülüyordu.
Sonuç olarak görünen o ki, başta yargı olmak üzere, ilişkili olduğu bütün kurumlarla uyum içinde olması, ürettiği projelerin uygulanmasında Bakana büyük rahatlık ve kolaylık sağlayacaktır.
|
Naci AKAY
/ (E.) İstanbul Millî Eğitim Müd
01.09.2006
|
|
Hasankeyf’in hâl-i pürmelâli
Uzun zamandır adını duyarım, Hasankeyf diye bir diyarın. Fakat gel gör ki; Toros dağları nere, Hasankeyf nere...
Ancak son günlerde iyice bir gündeme geldi Hasankeyf. Adına kampanyalar düzenlendi, kamuoyu oluşturulmaya çalışıldı.
Biz de ailece tatilimizi bu yıl doğuya düzenleyelim ve bu vesile ile Hasankeyf’i de dünya gözü ile bir görelim istedik.
Ashab-ı Kehf, Halilürrahman, Eyyûb Nebî, Zülkif (as) vs. ziyaret ederek, her mahalde birbirinden kadirşinas dostlarla kucaklaşarak sürdü gezimiz.
Nihayet Hasankeyf’e vasıl olduk. Ancak tek kelime ile sukût-u hayale uğradık. Hasankeyf harika bir diyar. Hangi tarafa baksanız buram buram tarih kokuyor. Lâkin insanların bulaşık eli her şeyi mahvetmiş, güzellikleri gölgelemiş.
Şöyle bir gezip dolaştık ve oturabilecek, eğleşebilecek bir köşe bulamadık. Hasankeyf’in sayın Kaymakamı ve Belediye Başkanı lütfen ilgilenirse, dikkatlerine arz ediyorum ki:
Vadinin içi resmen kokuyor.
Yerden kaynayan sulardan vatandaşlar içiyor. Ancak buralar pislik içinde ve her türlü bulaşıcı hastalığa müsait. (Vatandaşın birisi dolmuşunu suyun ortasına çekmiş yıkıyor. Yanından ise insanlar su doldurup içiyorlar.)
O güzelim mağaralar ticarî amaçla parsellenmiş. Ailece gezmek mümkün değil. Kaleye çıkan tarafta her köşe, ağaç dibi vs. koyun pisliği ve kokudan geçilmiyor.
Elhâsıl bu vaziyetler Hasankeyf’e yakışmıyor. Sayın Başkan’ın “Hasankeyf sular altında kalmasın” kampanyasından önce buraları lâyık olduğu nezafete kavuşturması gerekirdi.
Biraz aykırı kaçabilir ama eğer bu vaziyette kalacaksa “Hasankeyf sular altında kalsın” diyorum.
Yukarıda zikrettiğim ziyaret yerlerinin nezafetini örnek gösteriyorum. Ve buralara emeği geçenleri, hâssaten Halilürrahman ve Eyyûb Nebînin (as) o harika projesine imza atan sabık Urfa Valisi değerli dostumuz—şu anda İçişleri Komisyonu Başkanı—sayın Ziyaettin Akbulut’u tebrik ediyorum.
|
Haydar AÇIKBAŞ
01.09.2006
|
|
Bursa-Van arası bir Münâzarât...
Yolculuklarda, yolculuk boyunca en güzel meşguliyetlerden biri de kitap okumaktır diye düşünüyorum.
Öyle düşündüğüm için de, Bursa’dan Van’a giderken kitap okumayı tercih ettim.
Bediüzzaman Hazretlerinin Münâzarât isimli eserini yanıma alarak, Bursa’dan Van’a kadar tetkik ederek okudum.
‘Bursa-Van arası bir Münâzarât’ dedim ve bunu da uyguladım.
1911’lerde telif edilen ve günümüzde birçok içtimâî meselelere ışık tutan, son derece muhteşem bu eseri okurken, çağımızda yaşadığımız toplumsal problemlerin çarelerini bir kez daha fark etmiş oldum.
Toplumu ve insanımızı çok yakından alâkadar eden içtimâî meselelerin dile getirildiği bu eser, yıllar önceden bugünkü mevcut problemlere çareler sunmaktadır.
Toplumun ve fertlerin içinde bulunduğu zamanın öne çıkan meselelerini mükemmel bir biçimde tahlil eden Bediüzzaman Hazretlerinin ilmî dehası bu eserlerde gayet net bir şekilde görülmektedir.
Günümüzde çok daha net bir biçimde öne çıkan hürriyet, demokrasi, insan hak ve hürriyetleri gibi mefhumların doğru biçimde yorumu da, bu eserlerde en güzel şekilde ifadesini bulmaktadır.
Ülkemizi yöneten devlet erkânından halk tabakasının bütün fertlerine kadar herkesin muhtaç olduğu doğru İslâmiyetin kâmil mânâda izah ve şerhi, yine bu mükemmel eserde mevcuttur.
|
Mustafa ÖZTÜRKÇÜ
01.09.2006
|