Bazı milletler tarih yazar, bazıları da tarihin akışına göre yerini alır. Biz, yüzyıllardır tarih yazmış bir konuma sahipken her neler olduysa son yüzyılda tarihe yön vermek yerine tarihin yönlendirilmesine maruz kaldık. Bu gün gücümüzü küçümsemiyoruz, olduğundan fazla büyük de görmüyoruz ama tarihe yön verme misyonundan kaçtığımız ölçüde sanki tarih bizi eteğimizden tutuyor, çekiyor olmamız gereken yerlere. Ne kadar kaçmaya çalışsak da geçmişteki kimliğimiz ve konumumuz peşimizi asla bırakmıyor.
Hükümetin Lübnan’a asker gönderme kararını açıklamasının ardından bu düşünceler geldi aklıma. Bizim coğrafyamız çok geniş ve çok çeşitli. Kültürel yönden o kadar çok milletle irtibatımız ve mazimiz var ki bunları görmezlikten gelmek ve kayıtsız kalmak mümkün olmuyor. Evet denizaşırı ülkelerin ve pek de irtibatı olmayan milletlerin Lübnan’a barış gücü gönderdiği ortamda, kapı komşumuz sayılacak topraklara kayıtsız kalmamız, olayları kale arkasından seyretmek gibi bir şey.
Geçen yazılarımda ifade ettiğim gibi büyük devletler risk alan devletlerdir. Tabiî bu bir macera ve çılgınca bir kumara giriş riski gibi değerlendirilmemeli. Her şey enine boyuna incelenir, hesabı kitabı yapılır, şartlar gözden geçirilir ve diplomasinin ön planda olduğu bir strateji ile hareket edilir. “Bizim ne işimiz var? Bize ne?” diyerek gerçeklerden kaçarsanız yukarıda belirttiğim gibi tarih sizi eteğinizden çeker.
Dünya siyaseti, öyle hiçbir şeye karışmamakla olmuyor. Çünkü bu dünyanın içinde biz de varız ve er ya da geç birtakım gelişmeler, değişmeler bizim de kapımıza dayanacaktır. Nemelâzım diyerek bu dünyada yaşamak istiyorsanız, o zaman evinizin kapılarını kapatın, odanıza çekilin, perdeleri sımsıkı örtün ve kapınızı çalanlara da evde kimsenin olmadığını söyleyin. İnandırabilir misiniz?
Lübnan’a gidişimiz elbetteki emrivaki değildir. Kendi inisiyatifimizle ve şartları görüşerek gideceğiz. Dünya barışı için ve barışı tehdit edenlerin engellenmesi için gideceğiz. Bu arada her yönüyle ortak değerlerimizin olduğu bölgeye bizden önce Fransa, İtalya ve İspanya gibi daha az ortak değerleri olan ülkelerin gidişi de değerlendirilmeli. Bu ülkeler medeniyetler çatışması değil, medeniyetler arası diyalog taraftarı bir kamuoyu ve yönetime sahip ülkelerdir. Ortadoğu insanına ve özellikle İsrail devletine ve tarihsel süreç içindeki Yahudi kimliğine hiç de yabancı değillerdir. Bu ülkelerin dışında BM barış gücü dahilinde bölgeye gelecek diğer ulusların askerleri için de bir çok gerçeği görme fırsatı oluşturacaktır. En azından bölgedeki İsrail-Filistin çekişmesinin nasıllığı, niceliği ve fecaati konusunda dünya kamuoyunun kanaatini değiştireceği ihtimali için bile olsa önemli gelişmelere ve değişmelere kapı açacaktır.
Türkiye’nin kendisini doğrudan ilgilendiren konularda manevra yapabilmesi ve itimat telkin edebilmesi için Lübnan’a girişinde önemli kazanımlar mevcuttur. Bunları saymaya gerek görmüyoruz. Tarih, bu gün belki de arayıp da bulamadığımız önemli bir fırsatı sunuyor bize. Yarın başka bir fırsat sunmayabilir. Hem bölgesel hem de küresel çapta ve tam da bu zamanda bize yapılan çağrılara kulak tıkamak ve pasif kalmak, yarınki konumumuzu da zora sokacaktır. Evet tarih kapımızı çalıyor ve bizi çağırıyor. Karar yüce milletimizin ve meclisimizindir.
01.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|