Bizi nurânî hizmetlerimizden, uhrevî vazifelerimizden, yapmakla mükellef olduğumuz ibadetlerimizden, taatlerimizden alıkoyan o kadar çok maniler, engeller var ki bunları saymakla bitiremeyiz.
Diğer bir ifadeyle bizi dünyaya çağıran, bize ebedî âhiret yurdunu unutturan öyle çok sebepler, öyle câzip ve celbedici metalar var ki, bunlardan yakamızı sıyırıp aslî vazifelerimizi unutmadan, hedefimize doğru yol alabilmek, hiç de kolay değil.
Yolumuzda öyle tuzaklar, öyle keskin virajlar, öyle yol kesiciler var ki, bunları fark edebilmek, bütün bu tehlikelerden kazasız, zayiâtsız sâlimen sıyrılıp maksud-u menzilimize varabilmek herkesin kârı değil.
Çoğu zaman bizi aldatan, bizi şaşırtan manileri, engelleri teşhis ve tesbit etmede yanılıyoruz, yanlış yapıyoruz.
Elimizi, kolumuzu bağlayan, bizi gaflete veya atalete götüren sâikleri, sebepleri hep dışarıda arama yanlışına giriyoruz.
Halbuki düşman içimizde. En acımasız, en etkili mânialar, engelleyiciler kendi içimizde: Nefsimiz ve şeytanımız... Bizi dünyaya çağıran, bize uhrevî hayatımızı unutturan en acımasız, en tehlikeli düşmanlar bunlar.
Çoğu zaman zararlı manileri, engelleri, bize yabancı olan mekânlarda, belki de bize muhalif olan insanların içinde arama garabetine düşeriz. Ama bizi yolumuzdan alıkoyan insanların çoğunlukla çok yakınımızda, her gün haşir-neşir olduğumuz insanlar olduğunu düşünmek belki de işimize gelmez.
Bizi dünya ile sıkı sıkıya bağlayan; yapmakla mükellef olduğumuz kudsî hizmetlerimizden alıkoyan insanların bazan çok yakın bir dostumuz, bazan yakın bir akrabamız, bazan anne-babamız, bazan evlâd-ü iyâlimiz, bazan eşimiz olabileceğini hiç düşündük mü acaba?
Hülâsa maniler, engeller çoğu zaman içimizde veya çok yakınımızda. Onu öyle çok uzaklarda aramaya gerek yok.
Bir dâvâsı olanların, bir hizmeti gaye edinenlerin böyle dahilî manilere karşı da çok daha dikkatli ve duyarlı olması gerekir diye düşünüyorum.
27.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|