Bazen insan durgunlaşır. “Durgun hal ne kadar sürer?” derseniz, zamana, şartlara ve etkinin çapına göre değişir denebilir.
Kendimizi tanımak, bizim serüvenimizdir. Bitmeyen bir yolculuk serüveni...
Kâinatla buluşup; çevremizin güzelliklerini yeşille mavinin buluştuğu kuşakta seyrederken, büyüleyici manzaralar bizi hasretin, hüznün buluştuğu yalnızlık içinde tefekküre ve kendimizi okumaya dâvet eder.
Her manzara, bize kendi manzaramızı hatırlatır. Kâinatı okudukça, kendimizi okumanın kapısı açılır. Seyretmek ufkumuzu açar. Yaşamak bizi büyütür, yetiştirir. Yetiştiren rehber ve yönlendiren desteklerimizle beraber, kendimizle helâlleşme atmosferi ve huzur bulma şevki artar.
Ruh dünyamız sakinleştiğinde, durgun sular gibi potansiyelini ve enerjisini gemleyip arttıran bir baraj gölü halinde enerji santraline akacak hız ve üretime hazırlık yapıyor anlamı taşıyabilir.
Kendimize şahitlik ettiğimiz sakin ve durgun anlarımız, aynı zamanda dinginleşmenin enerji toplayan ve kendini de toplayıp çeki düzen veren sağlıklı fikirlerin günlüğü de olabilir.
Ayçiçeği gibi güneşe bakıp, gölgesini arkasına alan ve kendini açan bitkilerin çekirdeklerini olgunlaştırma dönemi, kıvamını bulduğunda ayçiçeğin boynu bükük dolgun sonucuna varır.
Boynumuz dolu buğday taneleri gibi kendini gövdenin ayrılma/kırılma çizgisinde de bükebilir. Dik, kuru ve başaksız veya içi boş bir buğday sapı anlamsızlığında da tutabilir.
Yaklaşımlarımız, tıpkı ayçiçeği veya buğday başağında olduğu şekliyle bizi farklı dönemlere, duruşlara, kırılmalara veya olgunlaşmalara taşır.
Anlamaya, hafiflemeye, ruha sükûnet vermeye ve kendimizi tanımaya devam ettikçe, bizi tanıyanları anlamakla tamamlayıcı görevlerimizi de ikmal ederiz.
Beklenmedik asabiyet haline maruz kalabiliriz. Sabırla fren mesafesini ayarlamak ve bir kazaya sebebiyet vermeyecek güvenli bir yol seyrinde olmak da sürücü sorumluluğundadır. Kaza anı, dikkatsizlik anıdır. Kaza; dağınık bir anın toparlanamayan davranış düzensizliğidir. Ya da kontrolü kaybetme telâşıdır.
Sık yaşadığımız kazalar ise, iletişim kazalarıdır. Sonuç ne olursa olsun, önlememiz gereken ve çözmemiz icap eden bir sorumluluğumuz var. “Ben haklıyım” demek yeterli değildir. Kazaya sebebiyet vermesek bile, kaza önleyici ek tedbirlere başvurabiliriz. Her şey “Geç kaldın” diyorsa ve kaza kaçınılmaz bir hal almışsa, yeniden sağduyunun galip sesi ve vicdanî terennümün huzur talebi ile duâmıza sığınarak kendimizi hafifletebiliriz.
Asıl olan kaza yapmamaktır. İç uyumsuzluğumuz, içerde patlayan bombalarımızın etkisini dış kazalara taşır. Uykusuzluk, yorgunluk, kazaların davetçisidir. Bomba, içerde patladığında dış etkisi dışarıya yansır. Aracın mekanik yapısı veya sistemindeki bir arıza, isteğiniz dışında kazaya sebebiyet verir. Kaza bizzat bizim sürücü hatamız gibi görünmese de, hatalı aracımızın sürücüsü olmamızla bir ilgisi olduğu muhakkak.
Kendimizi tanımaya çıktığımızda, karşılaştığımız ve bize gösterilen iyi görüntülerimize kanıp, diğerlerinden hoşlanmamak, yüzleşmemek ve gerekçelere sığınıp nefsin masumiyetine delil toplamak, tanıma serüvenimizi kesintiye uğratır.
Yolcu handa misafirdir. Han, yolcunun ikametgâhı değildir. Bugün biz, yarın başkası. Öyleyse yolcu gibi azığımızın, geçici duraklarımızın ve varacağımız yerin hazırlığında olmak, şu anın kendini tanıma yolculuğuna ciddî katkı sağlar.
Dün, ne yediğimiz önemli. Şu an, karnımız toksa, yarın ne yiyeceğimiz ve neye hizmet edeceğimiz önemli. Yarın, geleceğin şu anki misafiri ise, planlarımız şu anı yarına döşeyen doğru taşlardan oluşmalıdır.
Döşediğimiz yol, geçeceğimiz yoldur. Varacağımız yol da buradan geçecektir. Sonrakileri de düşünerek, duayı hak eden bir emeği toprakta daimileştirelim.
Berzah yolcuları; bu pazarı düşünerek ve dinleyerek huzurlaşmaya adaydırlar.
27.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|