İnsan anlayan, anlatan, idrak eden, sentez yapan, arayan, araştıran bir yapıya sahip. Bundan ötürüdür ki, beyninde binbir soru cirit atar. Eğer, sorularına tatminkâr, yani, aklî/mantıkî, ilmî, kalbî, vicdanî cevaplar bulamazsa, rahat edemez, huzur bulamaz, peşinde koşuşturduğu mutluluğu bulamaz.
Acaba, insan aklıyla, sezgileriyle ve ilimle beyninde zonklayan sorularının cevabını bulamaz mı? Sınırlı olan insan beyni, sınırsız soruları anlama kabiliyetinden yoksundur. Diğer bir ifâdeyle, sınırlı olan bir şey, sınırsızı kuşatamaz, göremez. Hattâ cevâbı olmayacak bir şeyin sorusu da anlamsızdır.1 Aslında ilmin görevi, E. Scrödinger’in ifâdesiyle, “İlmin, insanlığa en büyük bağışı, ‘Bizler kimiz? Nereden geliyoruz ve nereye gideceğiz?’ gibi dehşetli soruların cevaplarını bulmak, ya da en azından akılları bu konuda rahatlatmaktır.”
Ne var ki bilim, İlâhî kudretin bediî sanat eseri olan kâinat, varlıklar ve hâdiselerin fizikî cephesinden bahsederek, “nasıl” sorusuna cevap arar. Halbuki, insanoğlu, hem kendisinin, hem kâinatın metafizik yönünü de merak edip öğrenme zorunda olduğunun şuurundadır. Öncelikle, “Kim?” ve “Niçin?” sorularının cevaplarının peşindedir.
Oysa bilim, “nasıl” sorusu ile “eşyanın gerçek mahiyetine” de tam olarak cevap veremez. Meselâ niye bu kâinat var, niye bu yıldızlar var; niye cins cins yaratıklar var? Bilim bu temel “niye”lere” cevap veremez. Bilim bunlarla uğraşmaz. Bilim, “Bu var” der; ondan sonra olgunun “nasılı”nı inceler.2
Bilim, eşyanın zâhirini görür, yüzeyden inceler; derûnuna nüfûz edemez. Sebeplerin bittiği yerde devreye “sezgi-kalb, hads, vicdân” gibi mânevî, rûhî “ölçekler” girer. Zaten yaratılış hikmetine ve mezkûr sorulara, bugüne kadar dinler dışında tatminkâr cevaplar veren başka bir bilgi kaynağı çıkmamıştır. Ferdî bir tercih olarak din, hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan temel değer kaynağıdır.3
Düz mantığımız bile kuru bir bilginin bütün problemleri çözmeye kifâyet etmeyeceğine işâret eder... Aşkın varlığa inanmadan (inanç) başka hiçbir yolla hakikate nüfûz edilemez. Gazalî’nin ‘kalb gözü’, Pascal’ın ‘kalb mantığı’ ve ‘ince görüşü’, Bergson’un ‘sezgi’ dediği güçler, inanmanın şeffaflaştırdığı, keskinleştirdiği yeni görüş yollarıdır.4
İnsan aklıyla Allah’ı bulabilir. Ancak, “Kâinatın yaradılışının sırrı nedir; sonu ne olacaktır; evvelâ insanı bir kul olarak yaratıp, sonra sayısız ni’metler ihsan eden Kerîm-i Mutlak olan Allah’a nasıl teşekkür ile ibâdet edilecektir; emir ve yasakları nelerdir, itaat veya isyanın neticesinde bizi bekleyen şeyler nelerdir; birbirimize karşı görev, sorumluluk, haklarımız var mıdır; tekrar dirilecek miyiz, dirileceksek nasıl bir muameleye tâbi tutulacağız; nerede barındırılacağız?” gibi son derece hayatî mevzuları bilemez. Dolayısıyla, sonsuza açılan kavramların muammasını ve soruların cevabını, ancak din verir. Ki, bu husus mukaddes kitabımızda, “O, kendi emriyle kullarına, kullarından dilediğine meleklerini vahiyle indirir ve der ki: ‘Benden başka ilâh olmadığını ve Benim emirlerime karşı gelmekten sakınmalarını halka bildirip onları azabımdan sakındırın’”5 şeklinde beyan edilir.
Bilim, müşahede ve tecrübeye dayanır. “İnsan nereden geliyor, nereye gidiyor, dünyada niçin varız, ölümün mânâsı nedir?” gibi insanın her an iç içe olduğu ve devamlı aklını kurcalayan suallerin cevabını aramak, mevcut bilimin sahasına girmez. Çünkü bunlar tecrübe ile anlaşılabilecek konular değildir. Bu suâllerin cevaplarını ancak İslâmiyet verir.6
Dipnotlar:
1- Prof. Dr. Sabri Özbaydar, İnsan Davranışının Sınırları ve Spor Psikolojisi, Altın Kitaplar Yay., 1983, s. 20-22.; 2- Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, Yeni Asya, 15.12.2001.; 3- Prof. Dr. Hayri Bolay-Doç. Dr. Mümtaz’er Türköne, Din Eğitimi Raporu, AMİHLÖMV Yay, Ankara, 1995, s. 3.; 4- Hilmi Ziya Ülken, Felsefeye Giriş, Ank Ün. Basımevi, 1963, s. 50-51.; 5- Kur’ân, Nahl, 2.; 6- Doç. Dr. Sefa Saygılı, Strese Son, s. 147
30.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|