Milletimizin kahir ekseriyeti dindar ve dine samîmî taraftar olduğundan, seçimlerde çoğunlukla kendine yakın olan, yani dindar siyasîlere reyini verdi.
Yani kendisi tam dindar olmasa dahi, sandık başında, dinî değerleri ön plana çıkartan, öyle görünmeye çalışan siyasetçilere reyleriyle destek vermekte tereddüt etmedi. Dinî değerlere yabancı, manevî değerlere mesafeli duran siyasî kadrolara ise hep mesafeli durdu. Onlara rey vermediği gibi, zaman zaman aleyhinde bulunmaktan da geri durmadı vatandaşımız. Yani bir yerde, siyasî kadroları değerlendirmede, onlara destek olup olmamadaki tek ölçüsü ve tercihi, dinî değerler ve dinî yaşantılarının olup olmaması oldu.
Dinî yaşantının haricindeki özellikler, kabiliyetler, kariyerler, tecrübeler hiç nazara alınmadı veya bu gibi özelliklere en son sıralarda pay ayrıldı.
Peki milletimiz siyasîleri niçin bu şekilde tercih etti? Dindar veya dine taraftar siyasî kadrolar başa gelirse, dinî hayatı daha kolay, daha serbest bir şekilde yaşayabilme imkânına kavuşulur diye. Yani “İbadetlerimizi daha rahat yaparız. Şimdiye kadar bize uygulanmakta olan kanunsuz ve haksız uygulamalar son bulur. Başörtüsü yasağı, İmam Hatip Lisesi mezunlarına yapılan haksızlıkları kaldırırlar. İçki, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklara bir çare getirirler, ahlâkî çöküntüye karşı kalıcı tedbirler alırlar...” gibi beklentiler sebebiyle, dinî argümanları işleyerek milletten destek talebinde bulunan siyasî kadrolara, millet tam ve güvenilir bir itimatla reyini vererek, hükümet olma imkânı sağladı.
Böyle parlak ve inandırıcı vaatlerle milletten tam destek alarak hükümet olma imkânını elde eden bu sözde dindar siyasî kadrolar ne yaptı peki?
İsterseniz yakın tarihimizden günümüze kadar, iktidar olma fırsatını yakalayan, milletimizin dindar ve muhafazakâr olarak tanımladığı hükümetlerimizin, bu meyandeki iş, icraat ve başarılarına tarafsız bir gözle bir bakalım. Seçim meydanlarında en tesirli, en iddialı oldukları dinî değerler ve manevî sahadaki icraatlarından neleri sayabiliriz gerçekten?
Yeni İlahiyat fakülteleri, yeni İmam Hatip liseleri, yeni Kur’ân kursları açmak, yeni camiler inşâ etmek, cami ve Kur’ân kurslarının ihtiyacı olan imam ve hoca kadrolarının tayinlerini gerçekleştirmek, muhafazakâr etiketli hükümetlerin öncelikli ve önemli icraatlarından olsa gerek.
Tarafsız bir gözle baktığımızda, günümüzdeki mevcut hükümetimizin dinî sahadaki icraatlarında hiç de iç açıcı bir durumda olmadığını, herhalde siyasî bir saplantı içinde olmayan her insan kabul eder.
Din eksenli, muhafazakâr unvanlı hükümetlerimizin hiçbirisi, değil dinî eğitim veren okullarımızın sayısını artırmak, eski hükümetlerin açmış oldukları onca okulların kapatılmasına seyirci kalmaları, yıllardır hocası olmadığı için kapalı durumda bulunan binlerce camiye imam tayinindeki aczleri çoğu ehl-i dini hayal kırıklığına sokmuştur.
Ve enteresandır, bugüne kadar dinî sahada, manevî hizmetlerde en büyük hizmeti ve emeği, belki hiç de dindar sayılmayacak veya en azından dine ve dindarlara hizmet vaadiyle gelmeyen Demokrat hükümet kadrolarının yapmış olması da ayrıca câlib-i dikkattir.
Şu söylediklerimiz mücerred birer iddia olmayıp, yakın tarihimizin canlı şahitleriyle ispatlanmış hakikatlerdir. Dindar insanların dinlerini rahatça yaşadıkları, rahatça bir nefes alabilme imkânını buldukları yıllar, öyle çokça dindar görünmeyen, fakat hürriyet ve insan haklarını ön planda tutan iktidarlar zamanında olması; buna mukabil en çok rahatsız edildikleri, en çok haksızlığa ve hakarete uğradıkları, en çok sıkboğaz edildikleri devreler de dine ve dindarlara daha serbest hayat vaadiyle, dinî değerleri kullanarak işbaşına gelen dindar görünümlü hükümetler zamanında vuku bulması kaderin bir cilvesi olsa gerek.
Ehl-i din olarak kaderin bu tecellîsi üzerinde iyi bir durum değerlendirmesi yapmamız gerekir diye düşünüyorum.
03.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|