Lübnan’a asker sevkiyle ilgili tezkere konusunda yine gürültüler koptu. Mesele 1 Mart tezkeresi gibi takdim edilmeye çalışıldı. Kimileri ‘gayri resmi’ Hizbullah sözcülüğüne soyunarak Türkiye’nin oraya gitmesine karşı çıktılar. Halbuki Hizbullah perdenin önüne çıkarak kendisini pekala ifade edebilir. Gayri resmi sözcülere ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Argümanları da şu: İsrail ve Araplar Türkiye’yi orada Sünni bir güç olarak görmek istiyorlarmış. Temenniyi hakikat gibi algılamak temenniyi hakikat dairesine çıkartır. Asıl cinayet bu olur! İsrail’in bu tasavvuru ne kadar tehlikeliyse bu tasavvuru tasdik etmek de o derecede tehlikelidir. İsrail sadece bu tasavvurla bir fitne ortaya atıyor. Bu tasavvuru kabul etmek de fitneyi yutmaktır. Burada hiçbir muhakeme yapılmadan İsrail’in varsayımı hakikatmış gibi kabul ediliyor. İsrail’in Türkiye ‘Sünni gücü olarak gelsin’ demesi ne kadar hatalı ve tehlikeli ise ‘Türkiye Sünni gücü, öyleyse gelmesin’ demek de o kadar hatalı ve tehlikelidir. Çünkü ikisi de aynı amaca hizmet eder. Kaynaşmaya değil kavgaya. Bu taktirde mezhep üzerinden güç devşirme mücadelesi başlar. Barış gücünü toptan muhalefet zımnında Türkiye’nin varlığına da karşı olabilirsiniz. O farklı bir olay. Ancak Barış Gücüne taraftar olduğunuz halde Türkiye’ye karşı çıkıyorsanız burada başka dürtüler devreye giriyor demektir. Mezhep hassasiyetini asıl bu körükler. Türkiye 1 Mart tezkeresiyle birlikte Irak’a Sünnileri bastırmak üzere bir güç olarak gitmediği gibi Lübnan’a da elbette Hizbullah’la mezhep adına savaşmaya gidiyor değildir. Böyle bir misyonu yoktur ve olmamalıdır. Burada ideal bir durumun olduğu söylenemez. Elbette mulahazalarda haklılık var. Zira belirsiz yönler var. BM etiket veya bir tabeladan başka bir şey değildir. Mustakil bir iktidarı yok ki güvenilsin. Bu açıdan, burada ideal veya mükemmel bir durum sözkonusu değil. Ancak Hizbullah açıkça karşı çıkmazken Hizbullah adına Barış Gücüne karşı çıkanların altarnatif bir teklifi var mı? Bu ucu açık statü daha mı iyi?.
***
Sınır o şekilde mi kalmalıdır? O taktirde, Lübnan-İsrail sınırı Gazze sınırı gibi olacaktır. Barış Gücü illa da bölgeye gelecekse Türkiye’nin de olmasında fayda var. Çünkü mavi berelilerin tabelasından çok bu güce asker veren ülkelerin dağılımı önemli. Bu dağılım hasım tarafları temsil eden Amerikan-İran eksenli olmayacağına göre nispeten tarafsız olacaktır. Bu tarafsızlık Hizbullah karşıtlığı değildir. Bu da Fransa, İtalya ve Türkiye gibi güçlerle nispeten temin ediliyor. Dolayısıyla buradaki ateşkesden tabela olarak BM sorumlu olsa bile gerçekte buraya asker gönderenler sorumludur. Bu manada Srebrenica’da Hollanda askerleri yerine Türkiye, Pakistan veya başka ülkelerin askerleri olsaydı belki bu facia yaşanmayabilirdi. Ruanda’da da Fransızların veya Belçikalıların yerine başka ülkelerin gücü olsaydı Tutsilerin insanlık dramı yaşanmayabilirdi. Bu açıdan, İsrail ile Lübnan sınırında Türk askerinin varlığı Lübnan halkı için bir teminattır. Bundan dolayı Sinyora gibi Lübnanlı liderler baştan beri Türk askerini istediler. Bunun karşılığında risk yok mudur? Elbette çok yönlü risk var. Bu risklerden birisi Türk askerlerinin istem dışı bir şekilde Hizbullah’ın silâhsızlandırılmasına katkı vermeleriydi. Oysaki bu, Lübnan ordusuyla Hizbullah’ın bir iç meselesidir. Zaten Türkiye de tezkerede ve alenen böyle bir vazife almayacaklarını aksi taktirde askerleri çekeceklerini duyurdular. Hindistan kimseye sormadan askerlerini çekmiştir. Öyleyse burada abartıların iyi niyetle hiçbir alakası yoktur. Bu mezhep kızışmasını yatıştırayım adına körüklemekten veya kızıştırmaktan başka bir şey değildir. Tersinden meseleyi kaşımaktır. Nasrallah’dan sonra en dikkat çekici ve yapıcı açıklamalardan birisini Fadlallah Yeni Şafak’a yapmıştır. Şöyle demiştir:” Biz Türk ordusunun Lübnan’daki uluslar arası güce katılmasını teşvik ediyoruz. Çünkü Müslüman Türk Ordusu bize, Avrupalı veya bir başka ülkeden olsun, diğer ordulardan daha yakındır...” Sağduyunun sesi ve Şii-Sünni kaynaşmasına katkı budur.
***
Barış gücü bu vasfıyla daha önce olsaydı belki 11/12 Temmuz olayları ve ardından da Lübnan savaşı yaşanmayabilirdi. Veya ihtimal ki tekerrürünü önler. Barış Gücünün İsrail’i Hizbullah’ın saldırılarından koruyacağı söyleminde mantık kayması vardır. Buna göre saldırgan taraf Hizbullah, İsrail ise savunmadadır. Asıl saldırgan İsrail değil midir? Barış gücü Antony Lahd gücü gibi tek yanlı bir güç değildir. 1 Mart tezkeresinin sonuçları ise tek yanlı olacaktı. Gerçekleri populizme kurban etmek barışa hizmet etmek değildir. Yine de elbetteki milletvekilleri tezkereye oylarını, kimsenin tesiri altında kalmadan artı ve eksileri hür vicdanlarıyla tartıp vereceklerdir. Doğrusu da budur.
04.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|