Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Yiğit düştüğü yerden kalkar!



Günümüzde tanımsız, kimliksiz ve hissiz genç kuşaklar türedi. Ve yeni nesilleri ve kuşakları yozlaştırmak için özellikle de kadınlar üzerine odaklanıyorlar. Yığınak ve tahşidat bu alanda yapılıyor. Kadın kimliğini tahrif ederek ve onun üzerinden hedefe varabileceklerini; aileyi ve erkeği de yozlaştırarak cemiyeti çökertebileceklerini düşünüyorlar. Bundan dolayı bütün oyunlar kadınlar üzerinde oynanıyor. Dolayısıyla cemiyetin zayıf ve kırılgan noktası haline getirilmek istenen kadın ayağını güçlendirmek ve tahkim etmekle yükümlüyüz. Yiğit düştüğü yerden kalkarmış. Öyle de olmalı. Binaenaleyh seküler kesimlerin (laiklik devletin dinle bağının koparılması ise sekülerizm de cemiyetin dinle bağının koparılmasıdır. Bundan dolayı sekülerizm, laikliğin ikinci ve derin aşaması sayılmalıdır. Modernizm veya postmodernizm gibi) kadın üzerine yoğunlaştıkları kadar hatta daha fazla kadınlar üzerine yoğunlaşmalıyız.

Ertuğrul Özkök’ün teşhiri savunması boşuna değildir. Teşhir ve açıklık teşvik edilirken dünyada başörtüsünün kısıtlanması boşuna veya tesadüfî değildir. Şimdi fikrî ihtilat sonucu ve kompleksli bazı kapalı bayan yazarlarımız tuhaf şeyler söylüyorlar. Başörtüsünü ve başörtülü olmayı tanımsız hale getirmek istiyorlar. Sekülerizmin değirmenine su taşıyorlar. Peki bunları hangi saikle ve ne amaçla yazıyorlar? Bu ‘türbanlı yazarlara’ dobra dobra cevabı Vatan gazetesinden yine Dilek Önder vermiş. Döşenmiş desek daha doğru olur. Daha önce dansın dikey bir ilişki biçimi olduğunu yazarak doğru söylediği için kendi kesiminin bazı kadınlarının şimşeklerini üzerine çeken Dilek Önder yine bu defa da ‘yine doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’ hesabı ‘bizim kesimin’ türbanlılarını kızdırmaya aday.

***

“Her gazeteye bir türbanlı yazar’ başlığında aslında ince bir iğneleme var. Son sıralarda laik kesimin dergilerinde bir bir boy atıyorlar. Gazetelerine de korsan bir şekilde veya yandan çarklı olarak sızıyor veya misafir ve konuk yazar oluyorlar. Ve bu konuk modelleriyle gazetelerin reytingini yükseltiyorlar. Kül yutmaz Dilek Önder demek istiyor ki: “Madem (dergilerden sonra) laik kesimlerin gazetelerinde de düzensiz bir şekilde ara sıra boy göstermeye başladılar öyleyse düzenli yazarları haline geliversinler...” Haksız mı? Aslında çifte kimlikle ve çifte şapka ile oyunun kuralını bozarak haksız bir ün veya mevki elde ediyorlar. Dindar kimlikle laik kesimin yapacağını yapıyorlar ve bu çifte kimliğin cazibesiyle de iyi bir reyting malzemesi oluyorlar.

***

Kendilerine ve topluma karşı dürüst olmalarının vakti gelmiştir. Tercih yapacaklar. Ya kaplarında duracaklar ya da kimsenin onların başörtüsüne ihtiyacı yok. Onların başörtüsüne ihtiyacı var. Onu zaid görüyorlarsa kimseyi kandırmasınlar. Zira iğreti duruyor. İğreti gelin yerine iğreti başörtülü. Bakın Dilek Önder ne yazmış: “Önce, Tempo dergisinin türbanlı yazarı Elif Çakır, ‘Başörtülü kadın da aldatabilir, kötü yola düşebilir, günahkâr olabilir, âşık olabilir. Akla gelen her türlü günahı başörtülü kadın da işleyebilir’ dedi. Sonra, Yeni Şafak gazetesi köşe yazarlarından Fatma K. Barbarosoğlu, İslamcı erkeklerin eşlerini Sibel Can’a benzetmeye çalıştıklarını, hatta bu uğurda onlara lens parası verdiklerini yazdı. Sonra Ayşe Böhürler... O da ‘Siz şeytan, biz melek değiliz’i anlattı. Zaten siz meleksiniz diye hiç düşünmedik ki! Kendimizi de hiç şeytan gibi görmedik. Başörtülü kadının aldatmayacağı da hiç aklımıza gelmedi. Ama İslâmcı erkeklerin Sibel Can merakını hiç bilmiyorduk. Bunları okudukça, benim aklıma tek bir soru takılıyor: ‘Neler oluyor?’ Haydi biraz daha sorayım: Bu tespitlerin ne önemi var? Niye söylüyorlar bunları? Kendilerine bir yer mi açmaya çalışıyorlar? Nedir yani? Bizim dünyamıza mı girmek istiyorlar yoksa bizi mi o dünyaya almak istiyorlar? Anlamadım... Yakında onların dünyasıyla ilgili magazin programları görürsek, şaşırmayalım. ‘Cuma keyfi’”...

Netice-i kelâm, başörtülülerden başörtülerinin hakkını vermelerini istiyoruz. Kendileri olsunlar ve kimsenin rolünü de çalmasınlar. Fark yoksa neden başörtüsünde ısrar ediyorlar? Fark varsa, neden hakkını vermiyorlar? Yoksa Ahmet Hakan’ların bir de kadın tipleri mi oluştu yoksa?

31.08.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (30.08.2006) - Kur’ân’ı kapat, kadınları aç!

  (29.08.2006) - Kadını ifsad projesi (1)

  (28.08.2006) - Perdeyi yırtmak

  (27.08.2006) - ‘Üzerimize vazife değil’

  (25.08.2006) - İsrail'deki derin çürüme

  (24.08.2006) - Kana-Kerbala

  (23.08.2006) - Rumî mi, Belhî mi?

  (22.08.2006) - Irak’ta Şiî, Lübnan’da Sünnî olmak

  (21.08.2006) - İki amazon

  (20.08.2006) - Mi'rac ve namaz

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004