“Kodum mu oturturum” tavrının sadist ruhundan beslenmenin dönemi bitmeli artık. Benzer şekilde ruhî daralmanın “mazoşist” özelliklerini taşıyan çıkışlardan da kurtulmalıyız. Restleşme ve beraberinde dâvet çıkardığı sertleşme büyüleri ile senaryo geliştirmekten de çıkmalıyız.
Keskin sirke, küpüne zarar verir. Haşin bakışlar, itici söylemler, bölücü demeçler; önce failin dünyasını tahrip eder. Sonra çevreyi ve bütünlüğü.
Sağduyulu ve sakin düşünen devletlûleri özlüyorum. Beyanını doğru ifade eden, makamını aşmayan, yetkisini görevin ruhuna bağlı kalarak şahsî cebine koymayan yönetim ve yönetici profiline hasretim.
Ötekileştirmeden demokratikleştiren, berikileştirmeden özgürleştiren, bölmeden toparlayan vakur ve halkına karşı mütevazî rical arıyoruz. Devletin her kademesinde, gazetelerin her köşesinde, üniversitelerin her kürsüsünde, camilerin bütün minberlerinde akl-ı selim, mülâyemet ve kucaklayıcı bir üslûp bekliyoruz.
İndî, politik ve güdümlü senaryo kokan konuşmaların devri bitmeli artık. Müzakere kültürü masa başında olur. Farklılığın seslendirilmesi komisyonlarda, kurullarda, organlarda ve tanımlı toplantılarda sonuna kadar yaşanmalı. İstişârî sistemler, beşerî ve zihnî farklılıkların ortaklık oluşturmaları ve birbirini anlamaları için kurulur. Organlar, işbirliği içindir.
Bu niyetleri ve diyetlere hepimizin ihtiyacı var. Biraz diyet yapalım. Konuşmaların ülke sathındaki yankılarına dikkat ederek beyanın aslî unsurunu, makamın maksadında tutarak ve şahsîleştirmeden konuşma diyeti yapalım.
Demokratik ülke olma ölçüsü, kurumların sorumluluk sınırları ve bunu icra ederken diğerine duyduğu güven ve saygıdır. Demokratik teâmüllerde demoklesin kılıcı olmaz. Hep “Höt” deyici rolüne soyunan, dizayn eden ve kendini vazgeçilmez gören tahakküm temsilleri ve bîzar eden sığ gündem dayatmaları kabul edilemez.
Kemale ermeyi bekleyen demokrasimiz, sendelemese de hızlı adımlar atamıyor. Bunun kanileri, kendi manileri ile yetkinin süngüsünü kullandıkça ve işleyişi sıktıkça, karşı direnci tahrik ediyor ve gerdiriyor.
Bu oyuna gelmeden demokratik sabır içinde ilkeli, söylem farklılığının hududunu çizen ortak sorumluluk ile kucaklayıcı bir esintinin beyanları kulağımıza fısıldanmalı artık.
Ya da birileri gerdiriyorsa, siyasî senaryolara çapraz ateşle ortak vuruş merakında olan mahfiller varsa, suyun dümenine kapılıp tepki duvarını aşmanın, fanatik söylem geliştirmenin ve gerilimli platformlara çanak tutmanın anlamı yok.
Hungtingtoncu üslûpta hakkı savunmak, dünya barışını gölgeler. Muhalif ve menfî dünya bloğunun gizli arzularına hizmet eder. Zulme, ezilmeye, haksızlığa karşı çıkmanın maddî ve manevî unsurları doğru metotlarla yapılmalı. Sabrın zor sınavından geçmek bizim mesuliyetimizde.
Düğünler, mevlitler, taziyeler, törenler, yıldönümleri, ortak heyecanlar, millî günler ve kurdelalı açılışlar; insanların mutluluk kültürünün ve beraber yaşama bilincinin ortaklığa dönüştüğü sevinçleri öne çıkarmalıdır. Böylesi anlar, beraberliğe tahsis edilmiş zamanlardır.
Memurundan amirine, öğrencisinden öğretmenine, cemaatinden imamına, çocuğundan babasına, kardeşinden abisine, işçisinden patronuna ve gencinden ihtiyarına hepimiz lütfen sevinç ve muhabbet kokan yaklaşımlar sergileyelim.
Tersini bundan böyle deneyenlerden olmayalım. Dinlerken gerildiğimiz etkili/etkisiz, yetkili/yetkisiz konuşmalara demokratik tepkimizi yansıtalım.
Muhabbet köprülerini vatandaşı ile kuracak devletin mehabetinden başlayarak, yeni eğitim öğretimde de sevgi odaklı bir kampanya açarak, bu coşku yükselişine hepimiz katkı yapabiliriz.
Husûmeti ve siyasî gayzı ademe mahkûm ederek demokratik muhabbetin kültüre dönüşmesi için hepimizin görevleri var. Haydi Bismillah.
29.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|