Bir garip meçhul: İnsan
Şu insanoğlu ne kadar garip! Sürekli değişim hâlinde. Ne dünü bugüne uyuyor, ne de bir saat önceki hâli ile sonraki hâli… Her an değişiyor insan. Şekilden şekle, hâlden hale giriyor. Bazen kendisi bile tanımıyor düşlerini. Yıldızları merdiven yaparken kendine, birden dünya küçük gelir hayallerine... Bazen küçücük odası saraylardan tatlı gelirken, bazen saraylar dar gelir hâline… Bazen tüm dünyayla dost iken, bir bakmışsınız kendine bile yabancı olur insan.
“İnsanın kendine ettiğini, âlem gelse edemez” deseler de yine tek dostu kendisidir onun. Kibrit çakıp yaksa da yer yanı, yine de hiç suçlu görmez kendini. Kibriti eline veren, ya da olmadı, onu icat eden suçludur oysa. Cilt cilt kitaplar devirse, satır satır okusa her yazılanı, yine de kolay kolay hatalı bulmaz kendini. Yolda bir taş çarpsa ayağına, onu oraya kimin koyduğunu, kimin bunu yapacağını hemen bulmayı maharet sayar da, hataları sayılsa bir bir, bana mısın demez, dışarıda arar sebepleri insan. Bir yabancı gibi dinler insan. Kimlere kızar, kimleri kınar içinden… Ne kusurlara ne isimler yakıştırır insan. Söz gelimi, “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” dese de şâir, kendisi istemiştir dipsizliği belki de. Zorla atıldığını sayıklasa da derin kuytulara…
Çoğu zaman arar da arar; ama bir türlü cevap bulamaz insan. Ve tarifsiz kederler içinde olmaktır çoğu zaman şiârı. Meselâ bazen yalnız kalamamaktan, bazen de yalnızlıktan şikâyet eder. Ne çok şey hayallerinin önünü kesmiş, yapacaklarına engel olmuştur kimi zaman. Her çaresizliğinde suçlayacak milyonlarca şey bulur da, bir kendini saymaz bunların içinde. Sanır ki; eline imkân geçse tarih değiştirecek. Ancak en uygun fırsatlar geldiğinde, kolları bağlanır çoğu zaman. Gören gözü görmez, söyleyen dili, konuşamaz olur. Bir anda hiçbir şey olur insan. Her bildiğini unutur, hep ertelediği hayalleri uçup gider. Aynı şekilde bir anda çok şey de olabilir insan. İmkânsızlığında çare bulur insan.
Kader ağlarını örer anbean. Büyür insan ve Elest meclisinden sonra tattığı gurbeti şehadet âleminde de tadar. Her ilerleyen yaşında, gurbet kucaktır ona nihayetinde. Gözleri ıslanır, yüreği acır. Ve ne kadar büyüse de o kadar yalnızlaşır; âcizleşir insan. Kanadı kırık kuş gibi çırpınır da çırpınır. Her şarkıya hüzün katar ve her hüzünlü şarkı ona yazılır. Her hasret dendiğinde, kendini hatırlar insan. Hiçbir şeyin içinde görmezken kendini, gurbetle ne haksızlıkların, ne kırgınlıkların içine adını yazar insan. Nelerin içine koymaz ki kendini... Yeri gelir, kocaman bir hüzün olur insan.
En olmaz kararlarını en öfkeli ânında verir. Her şeyi yakar o an. Acımasızdır, merhametsiz, kuvvetli ve de cesur... Her şey geçip öfkesi dinince, ne söylemişse başına geçip ağıtlar yakar sonra. Günlerce ağlasa da bir tek adım atmaz yıktıklarını yapmaya. Her şeyden ve herkesten gururludur nedense insan. Nice keşkeler ekler, bir adım atmamak için mazisine. Seneler sonra hatırlasa da hiç suçlamazken kendini, aynalarda gördüğünü suçlayandır insan.
Yüreğinde tufanlar olur, yanardağlar patlar; ama titremeden durur insan. Bazen küçük bir çocuğun yere düşmesiyle yıkıldığı hâlde… Ne kendi çözer, ne başkasına çözdürür kalp dilini. Yeri gelir, bir garip çoban, yeri gelir koyun olup susandır bu dünya çölünde insan.
Dağlara hükmeder, hayvanlara diz çöktürür. Âlemi elinde döndürür de, bir çift gözleri âhuya zebun olur insan. En dayanılmaz acıları çeker, en katıksız dertleri gömer de yüreğine, bir çift sözle yıkılır insan. Hiçbir gücün karşısında eğilmez de, kalbine değen sıcak bir nefesle diz çöker insan. Âlemlere hükmeder de bir sevdalı yüreğe hükmedip söz geçiremez insan.
Bir devir bitirip bir devir açar da hiç aynı olmaz, hep değişir insan. Bir elinde Firavun, bir elinde Musa taşır da çoğu zaman kararında sabit olmaz insan.
Ne kadar anlatılsa da cümlelere sığmıyor insan…
|
Saadet Bayri Fidan
29.08.2006
|