Başbakan, tezkerenin Meclisteki oylaması öncesinde “bir sürpriz beklemediğini” söyledi. Sürprizden kastı, üç buçuk yıl önce Irak tezkeresinde yaşadığı şokun tekrarlanmasıydı. Erdoğan aynı şeyin bir daha olmasına ihtimal vermediğini ifade etmek istiyordu.
Dediği gibi de oldu ve tezkere Meclisten geçti. Ama bu sonucun çıkmasını garantiye almak için “AKP’li vekilleri ikna” seansları tertiplemek ve oylamayı açıktan yaptırmak dahil, her türlü tedbirin alındığını da gördük.
Bu arada, tezkerenin muhtevasının bir hayli “hafifletilmiş” olduğu da bir vakıa. Ve bunda, konu gündeme geldikten bu yana kamuoyunda seslendirilen tepki ve itirazların çok önemli bir payı bulunduğu muhakkak.
Tezkerenin son haline göre, Türkiye’nin Lübnan’a göndereceği kuvvet içinde, sahilde devriye görevi yapacak denizciler öne çıkarken, karacıların görevi insanî yardım ekiplerini korumakla sınırlı; bir de Lübnan ordusuna eğitim verme işi var.
Askerlerimizin hiçbir şekilde çatışmaya girmeyeceği ve Hizbullah’ı silâhsızlandırma gibi bir vazife üstlenmeyeceği de ifade edilirken, Erdoğan ve Gül aksine bir gelişme olursa derhal çekilme taahhüdünde bulundular.
Tezkerenin kabulünde, seçime neredeyse bir yıl kalmışken AKP’li vekillerin lidere karşı çıkmayı göze alamamaları ve “Asker göndermeyelim” kampanyasında ulusalcı çevreler başta olmak üzere bazı marjinal kesimlerle CHP’nin öne çıkmasına, bu çerçevede Sezer’in de son anda bu yönde tavır koymasına duyulan tepki gibi psikolojik faktörlerin de büyük etkisi var.
Gerçi AKP grubunda güçlü bir direniş olması zaten beklenmiyordu. 1 Mart tezkeresi de haddizatında reddedilmemiş, sadece kabulü için gereken sayıya birkaç farkla ulaşılamamıştı. Nitekim daha sonra bunu “telâfi” için hazırlanan 7 Ekim tezkeresi aynen kabul edilmiş, ancak ABD “Artık ihtiyacımız kalmadı” dediği için uygulanamamış ve “boşa gitmişti.”
Şimdi aynı ABD’nin ve beraberinde İsrail’in davetiyle Lübnan’a asker gönderirken, üs, liman ve havaalanlarımızı BM adı altında oluşturulan askerî gücün kullanımına açıyoruz.
İşin ilginç tarafı, asker göndermemize karşı çıkan Sezer, üslerin bu güce tahsisi için hazırlanan hükümet kararnamesini “jet hızıyla” imzalıyor ve BM’ye “Tezkere Meclisten geçmese dahi bu kararımız geçerli” bilgisi veriliyor.
Sonuçta tezkerenin asker gönderme kısmı Meclis onayına bağlanırken, üslerin yabancı askerlere açılması bölümünde aynı Meclisin by-pass edilmesi gibi bir tuhaflık yaşanıyor.
Ve tüm bu faktörlerin iç içe geçtiği çelişkilerle dolu bir süreçte tezkere Meclisten geçti, ancak görünen o ki kimsenin içi rahat değil.
Sürecin bundan sonraki safahatında, Lübnan’a gidecek askerlerimizin nelerle karşılaşacağını; üs, liman ve havaalanlarındaki uluslararası askerî trafiğin hızlanmasının kamuoyunda nasıl mâkes bulacağını birlikte göreceğiz
İsrail-ABD ikilisinin “İran’ı kıskaca alma” politikalarına uygun şekilde hareket etmeyi sürdüren hükümetin, aynı ikilinin yine İran’a yönelik yeni atraksiyonlarının Lübnan’daki yansımalarına nasıl bir karşılık vereceğini de...
07.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|