Türkiye, son günlerde Lübnan gündemine kilitlendi. İç politikayı unutturacak derecede kamuoyunun tartıştığı konu asker gönderip göndermeme meselesi. ABD’nin İsrail üzerinden Lübnan’a yaptığı saldırı ve tahribin bütün ağırlığı dururken, BM Barış Gücünü Güney Lübnan’a yerleştirmeye hazırlanıyor.
ABD menşeli Ortadoğu oyununun yeni bir aşamasına sürüklendiğimiz kesin. Burada Hizbullah’a yönelik silahsızlandırma ile birlikte İsrail’i Suriye ve İran tehdidi karşısında güvenceye alan bir plan görünüyor.
BM’nin 1701 sayılı kararı, tartışmalı konulara açık bir pozisyonda İsrail’i caydırıcı bir nitelikte değil. Bizi, barış gücünün teşekkülünde ABD’nin AB ülkelerine biçtiği rolün yanına konumlandırıyor. İçinde yer aldığımız uluslararası birliklerin zorunlu yardımcılığına itiyor.
Bu gidişat sağlıklı mı? Elbette ki değil.
Başka çare ufukta görünüyor mu? O da belirsiz.
BM’nin girmemesi, Lübnan’ı rahatlatacak mı? Ayrıca Lübnan hükümetinin asker istediği göz önüne alınırsa; BM Barış Gücü, istenmeyen zorunlu bir tercih oldu. Ululararası gücün Ortadoğu’da konuşlandığı üçüncü bölge oluyor.
Bu şartlarda Türkiye ne yapmalı? Bizim cevabını aramamız gereken soru bu. Gitsin/gitmesin tezlerinin kendine göre haklılık boyutları var. İktidar ve muhalefet gözlüğüyle baktığımızda çok sağlıklı sonuçlara ulaşamıyoruz. Reel politik cepheden incelediğimizde devletin genel eğilimi ve iktidara tavsiyesi, silahlı çatışmaya girmeyeceğimiz bir bölgeye asker göndermemiz yönünde.
Siyasi demeçlerin tribüne seslenen gürültülerini yok sayarsak, aklıselim bir nazarla daha farklı açılardan olayı irdelemekte fayda mülahaza ediyorum.
BM barış gücü kapsamında başka ülkelere asker göndermek, İsrail’in sınırındaki bir ülkeye asker göndermekten farklıdır ve daha risklidir. Bu riski almaya değer mi? Bizi zorlayan amil nedir? Gerçekten Müslüman bir coğrafyada komuta kademesi bizde olan inisiyatif güç olarak özellikle İsrail’e karşı caydırıcı bir kuvvetimiz olabilecek mi? Bu mümkünse eyvallah. Değilse, üstlendiğimiz rol bizi uzun vadede çıkılmaz bir hal alan Ortadoğu’nun fasit girdabına atar mı?
Herkesle her konuda yakınlaşma pratikliğimiz sağlam bir zemine oturmadığı ve güvenebileceğimiz müttefikler olmadığı takdirde nasıl bir sürpriz bizi bekliyor?
Özellikle ABD’ye ödenmeye çalışılan bir diyet sezinleniyor. BM aracı kuruluş olarak taşeronluğun ihalesi ile meşgul. Batının asker göndermesi ne kadar doğalsa, uzak diğer ülkelerin ve İslam dünyasının göndermesi de o kadar gerekli.
Türkiye için aynı şartlar geçerli mi? Konumu, iç dengelerdeki kuvvetler ayrılığı, komşuları ile oturmayan münasebetleri ve doğu-batı dengesinde tanımsızlığı ve ekonomik zafiyeti, kırılmaları hızlandıracak adımlardan uzak durmasını salık veriyor.
Bıçağın iki keskin yüzü var. İkisi de bizimle hem var, hem yok mesabesinde. Dinen ve hissen Lübnan ve Filistin’le beraberiz. Sistem ve kayıt dışı siyaset dengesinde İsrail’le müttefik kabul edilecek kadar anlaşmalarımız var. Böylesi ikircil bir psikolojinin kotlarını taşıyoruz.
Uluslararası şemsiyenin bize düşen kısmında su akıyor, delik var. Daha önce çekiç güçle Irak sınırında 36. paralelde yaşadıklarımız ortada. Bitmeyen PKK terörü karşısında sakin düşünme melekelerinde zorlanan bir Türkiye; sahilleri birbirini gören komşuların işine fazla karışmamalı. Takatı buna uygun değil. Hele söz getirip götürme işi düzeyi iyi korunmalı.
Hülasa karışık bir durum. İçinde bulunduğumuz ittifakların zorlaması ve gelecekte Ortadoğu’da inisiyatif alma isteği, riskli de olsa asker göndermeyi öne çıkarıyor.
Biz Ortadoğu’nun beklentisiyle mi gidiyoruz, yahut ABD’nin eklentisiyle mi, veyahut kendi öz irademizle mi? Galiba üçü de var. Hayırlısı Allah’tan.
06.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|