|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
İnkâr edenler için ise Cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki kurtulsunlar; azapları da hiç eksilmez. Bütün kâfirleri Biz işte böyle cezâlandırırız.
Fâtır Sûresi: 36
|
06.09.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Kim ki iki gözü görmeyene elinden tutup kırk adım kadar yol götürürse Cennet kendisi için vâcip olur.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3709
|
06.09.2006
|
|
Kadın fıtratındaki iki nokta inkişafa başlasa...
Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda katî ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:
Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinât ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esâsiye müşahede ediyorum.
Ezcümle: Meslek ve meşrebimin dört esasından en mühimi olan şefkat etmek ve Risâle-i Nur’un da en büyük hakikati olan acımak ve merhamet etmeyi, o validemin şefkatli fiil ve halinden ve o mânevî derslerinden aldığımı yakînen görüyorum.
Evet, bu hakikî ihlâs ile hakikî bir fedakârlık taşıyan validelik şefkati sû-i istimal edilip, mâsum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan âhiretini düşünmeyerek, muvakkat fâni şişeler hükmünde olan dünyaya o çocuğun mâsum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati sû-i istimal etmektir.
Evet, kadınların şefkat cihetiyle bu kahramanlıklarını hiçbir ücret ve hiçbir mukabele istemeyerek, hiçbir fâide-i şahsiye, hiçbir gösteriş mânâsı olmayarak ruhunu feda ettiklerine, o şefkatin küçücük bir nümûnesini taşıyan bir tavuğun yavrusunu kurtarmak için arslana saldırması ve ruhunu feda etmesi ispat ediyor.
Şimdi terbiye-i İslâmiyeden ve a’mâl-i uhreviyeden en kıymetli ve en lüzumlu esas, ihlâstır. Bu çeşit şefkatteki kahramanlıkta o hakikî ihlâs bulunuyor. Eğer bu iki nokta o mübarek taifede inkişafa başlasa, dâire-i İslâmiyede pek büyük bir saadete medar olur. Halbuki erkeklerin kahramanlıkları mukabelesiz olamıyor; belki yüz cihette mukabele istiyorlar. Hiç olmazsa şan ve şeref istiyorlar. Fakat maatteessüf bîçare mübârek taife-i nisâiye, zalim erkeklerinin şerlerinden ve tahakkümlerinden kurtulmak için, başka bir tarzda, zaafiyetten ve aczden gelen başka bir nevîde riyâkârlığa giriyorlar.
Lem’alar, 24. Lem’a, s. 260
Lügatçe:
a’mâl-i uhreviye: Ahiretle ilgili işler.
tahakküm: Zorla hükmetme, hükmü altına alma.
|
06.09.2006
|
|
Nimetler, rahmet eseridir
—Dünden devam—
Allah’ın isimleri, sıfatlarından gelir. Rahman ismi Rahmet, Alîm ismi İlim sıfatından gelir. Allah’ın isimleri sıfata, sıfatları şe’ne, şe’n ise Zât-ı Zülcelâle delâlet eder. Esma ve sıfatın tecelliyâtı eşyada kendini gösterir. Eşyanın teşehhusatı ve girift özellikleri ve güzellikleri, gösterdikleri cilveler ve hikmetler “Şuunât-ı İlâhiye” eseridir. “Şuunât-ı İlâhiye” yani, eşyanın ve mahlûkatın hareketleri ve kuvâlarının ortaya çıkardığı harika sonuçlar yine “İlim, irade, kudret” eseri olduğu İslâm dünyasında Bediüzzaman’ın keşfidir.
Bu mukaddimeden sonra gelelim sualin cevabına:
Allah’ın rahmeti ve ilmi bilinirse sualin cevabı da ortaya çıkar; işe kader açısından bakılırsa çözüme ulaşılmaz. Çünkü kader de ilim nev’idendir. İlim bilinmezse ve rahmet tanınmazsa mesele çözülmez ve anlaşılmaz.
ALLAH’IN RAHMETİ:
Yüce Allah’ın rahmetini “Rahman” ismi ifade eder. “Rahman” yaratma, terbiye etme ve rızık verme nimetlerini beraberinde getirir. Rahman Rezzak mânâsınadır. Rızık bekaya sebeptir. Beka tekerrür-ü vücuttan ibarettir. Bu da ilim, irade ve kudreti, o da sem’, basar ve kelâm sıfatlarını, bu da hayat sıfatını gerektirir.8 Bundan dolayı kâinatın ve insanın yaratılışı Rahmet eseridir.
Rahmetin rububiyet ve terbiye ile irtibatı vardır. Terbiyenin ise menfaatleri celp ve zararları def etmek gibi iki esası vardır. Rahmetin rahmet ve nimetin nimet olması ancak haşir ve saadet-i ebediyeye bağlıdır. Saadet-i ebediye olmazsa her şey azaba inkılâp eder.9
Kâinatta bütün nimetler rahmet eseridir. Hadsiz fezayı ve boş ve hali âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren rahmettir. Fani insanı ebede mazhar eden, ebedî olan yüce Allah’a muhatap ve dost yapan bilbedahe rahmettir. Her şeyi insana hizmet ettiren yine rahmettir. Bütün mahlûkatı insana müteveccih olarak yardıma koşturan elbette insanı tanır, öyle ise insan da iman ile onu tanımalı ve ibadetle kendini ona sevdirmelidir.10
İnsanı en mükemmel şekilde yaratan, insanı ebedî cennete davet eden, bunun için rahmet eseri olarak “Âlemlere rahmet için” peygamberini ve kitabını gönderen yüce Allah elbette bütün bunlara mukabil insandan iman ve şükür bekler ve ister. İnsanın bu rahmetten ebedî istifadesi ancak Allah’a iman ve gönderdiği elçisine itaat ile olur.
İbadet ise mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil belki netice-i nimet-i sabıkadır.11 Hayat, vücut, sıhhat, nimetlerini rahmeti ile verene şükür gerekmez mi? Hassasiyetli bir hayat ile göz, kulak, akıl, kalp, şefkat vb. yüzlerce duygularla bize rahmet edene bizim ne vermemiz gerekir? Bunların yanında iman ve İslâmiyet ile insanın önüne Esma-i Hüsna ve Sıfat-ı mukaddesenin daireleri genişliğinde manevî sofralar sererek nimetlendirene biz nasıl mukabele etmeliyiz?
Bütün bu nimetlere insan nasıl mukabele etmelidir? İnsan bunları düşünmemeli midir?
Bu nimetlere gereken fiyatı vererek şükür etmeyenlerin yeni şeyler istemeye hakları olabilir mi?
Mevcudatın hiçbir cihetle “Vacibü’l-Vücuda” karşı hakları yoktur ve hak dâvâ edemezler. Hakları daima verilen nimetlere şükür ile haklarını eda etmektir. Hayvanlar “Neden insan olmadım” demeye hakları olmadığı gibi, insan olarak yaratılanlar da kendilerine verilen görevi yapmaktan başka bir şey istemeye hakları yoktur.12
Bütün bu nimetleri inkâr etmek, tabiata ve tesadüfe vermek, nimete küfran ile mukabele etmektir, hem iman ve ibadet için yaratılan fıtratını yanlış yönlendirerek, veriliş amacına uygun kullanmayarak emanete büyük bir ihanettir, hem hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levâzımatını tedarik etmek için verilen akıl, kalp, göz, dil gibi güzel hediye-i rahmaniyeyi Cehennem kapılarını açacak çirkin bir sûrete çevirmektir,13 hem mahlûkatın Allah’ın isim ve sıfatlarına ve vahdaniyetine olan şahadetlerini yalanlamaktır, hem Allah’ın emirlerine itaat ederek ibadet-i fıtriyelerini eksiksiz yaparak Yaratıcıya intisabını sağlayan ve büyük bir makama çıkan mahlûkatın ibadetlerini inkâr ederek onları tabiat ve tesadüfün oyuncağı derekesine indirerek onlara hakaret etmektir,14 bu gibi tahrip ve tecavüzünden dolayıdır ki bütün mahlukat kâfirden haklarını isterler. Bir dakikada adam öldüren dünyada en az on beş sene hapis yatar. Bir dakika küfür bin katl ve cinayetten daha büyük bir cinayettir. Ömrünü küfür ile geçiren birinin ne derece büyük cinayet işlediğini hesap edin. Elbette “Ebedî cehenneme girecektir” hükmü beşerî hukuk ile de gerekli olduğu açıktır.15
—Devam edecek—
Dipnotlar:
8- İşaratu’l-İ’câz, 21
9- İşaratu’l-İ’caz, 25
10- Sözler, 16
11- Sözler, 324
12- Mektubat, 276
13- Sözler, 33
14- Lem’alar, 251
15- Lem’alar, 358
|
M. Ali KAYA
06.09.2006
|
|
Münâcâtü'l-Kur'ân
ENFAL
1. Ey sözleriyle hakkı gerçekleştiren ve kâfirlerin ardını kesen! (7)
2. Ey kâfirlerin tuzağını bozan! (18)
TEVBE
1. Ey onların ortak koştuklarından münezzeh ve uzak olan! (31)
2. Ey Nebîsini (a.s.m.), kâfirler Mekke’den çıkardıkları zaman ona yardım eden! (40)
3. Ey kullarının tevbelerini ve sadakalarını kabul eden Tevvâb ve Rahîm olan Allah! (104)
4. Ey mü’minlerden canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın alan! (111)
5. Ey Peygamberin, Muhâcirlerin ve Ensârın tevbesini kabul eden! (117)
6. Ey Kendisinden başka ilâh olmayan ve büyük Arş’ın sahibi olan! (129)
|
06.09.2006
|
|
Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden
Bediüzzaman’a yapılan takdirler
şahsına ait kalmıyor
Üstâdın şahsının mazhar ve âyine olduğu Kur’ânî hakikatler ve Nurlar itibâriyle ve neşrettiği imân ve İslâmiyet dersleriyle, ihlâs-ı tâmme ile, umumî ve küllî bir tarzda Kur’ân’a ve dine hizmet etmesiyle, onun hakkındaki takdir ve tahsinler, mânâ-i harfî ile şahsına âit kalmıyor. Kur’ân ve İslâmiyete râci’dir. Allah nâm ve hesâbınadır. Din düşmanları tarafından, ona yapılan düşmanlık ve taarruzlar da, Bediüzzaman’ın hâdimliğini yaptığı Kur’ân ve İslâmiyetin ortadan kaldırılması maksad-ı mahsusuna mâtuftur. Zîrâ hakàik-ı Kur’âniye ve imâniyeyi câmi’, o cihanşümûl Risâle-i Nur eserleri ona ihsan edilmiştir.
|
06.09.2006
|
|
Esma-i Hüsna
Muhyî
Allah (c.c.), Muhyî’dir. Yani, hayatı veren Cenâb-ı Haktır. Meleklerden balıklara, sineklerden fillere, cinlerden insanlara kadar her can sahibinde hayatı îcat eden Hayy-ı Kayyûmdur. Allah’tan başka hiçbir kudret can veremez, hayat îcat edemez, hayat için lâzım olacak şeyleri temin edemez. Ancak Muhyî olan Cenâb-ı Hak hayatı verir, hayat için lâzım olacak maddeleri yaratır ve hayatın devamlılığını sağlar. Hayatın yüksek gayeleri Cenâb-ı Hakka aittir, mühim neticeleri Allah’a bakar, yüzde doksan dokuz meyvesi Cenâb-ı Allah’ındır.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) Peygamber Efendimiz’den (a.s.m.) rivâyet ettiği Muhyî ismi Kur’ân’da da vârittir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Allah’ın rahmet eserlerine bir bak. Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? İşte şüphesiz O ölüler için Muhyî’dir. O her şeye kadirdir.” (Rum Sûresi: 50)
Bu âyet-i kerîmeden hareketle, kâinatı kuşatan ihyâ kanununu keşfederek âhirete îmana kapılar açan Bedîüzzaman, Cenâb-ı Hakkın sineğe hayat verdiği aynı kanunla, bahçemizdeki çınar ağacına da hayat verdiğini, yeryüzüne her baharda yine aynı kanunla hayat verdiğini ve aynı kanunla haşirde mahlûkata da hayat vereceğini beyan eder.
Saîd Nursî, Haşir Risâlesinde Muhyî ismine husûsî bir bab ayırarak hayatı veren Cenâb-ı Hakkın âhirette de hayatı ebedî olarak vereceğini vaat ettiğini, bu vaadinin ihyâ sıfatının da bir gereği olduğunu ispat eder. “Mâdem, dünyada hayat var;” der Bedîüzzaman, “elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû-i istimâl etmeyenler, dâr-ı bekâda ve Cennet-i Bâkiyede hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır. Âmennâ!”
Bedîüzaman’a göre, Muhyî isminin “hayat verme” faaliyeti ile Mümît isminin “ölüme uğratma” işi bir biri ile çelişmez. Zaten, hayat sahipleri vazifelerini bitirince bu dünyaya karşı bir nefret hissetmektedirler. Diğer yandan, ölüm idam değildir. Hayat âhirette yeniden verilecek ve artık ölüm olmayacaktır. Âhiret hayatı yalnız insanlarla ilgili değil; bütün kâinatla ilgilidir. Bütün kâinatın neticesidir. Muhyî isminin büyük mertebesine yetişemeyenler, Haşr-i Azamı ve Kıyameti taklidî olarak da olsa, kabul etmekle mükelleftirler.
“Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki; siz ölü idiniz, O sizi ihyâ etti. Sonra sizi öldürecektir. Sonra yine ihyâ edecektir. Sonunda Ona rücu edeceksiniz” (Bakara Sûresi: 28) âyetinin tefsîrinde, bu âyetin dört inkılâptan haber verdiğini bildiren Bedîüzzaman, “Siz ölü idiniz” cümlesinin birinci inkılâba, yani zerreler âlemindeki tavra işâret ettiğini, “Sizi ihyâ etti” cümlesinin ikinci inkılaba, yani dünya hayatına, “Sonra sizi öldürecektir” cümlesinin üçüncü inkılaba, yani kabir ve berzah hayatına, “Sonra yine size hayat verecektir” cümlesinin dördüncü inkılaba, yani haşre işâret ettiğini nihâyet, “Sonunda Ona rücu edeceksiniz” cümlesiyle de insanın ebedî saadete mazhar olacağına işâret edildiğini kaydeder. Vücut, hayattan hayata, tavırdan tavıra yenilenmektedir.
Bedîüzzaman, ism-i Hayy ve ism-i Muhyînin bir büyük cilvesi olan hayat için, “Hayat nedir? Mâhiyeti ve vazifesi nasıldır?” diye sorar ve yine kendisi yirmi dokuz önemli maddede hayatı tanımlar. Buna göre, hayatın iki yüzü de, yani mülk ve melekût ciheti de parlaktır, şeffaftır, kirsizdir, noksansızdır ve ulvîdir. Hayatın doğrudan Allah’ın kudretinden çıktığını göstermek için arada sebep ve vasıtalar kudretin tasarruflarına perde edilmemiştir. Muhyî isminin arkasında Hayy isminin azameti görünmektedir.
Denizde ve karada sayısız canlıların hayat sahnesinde bir miktar görünüp sonra “Yâ Hayy!” diyerek gayp perdesine gizlenmeleri ve arkalarından yeni gelenlere yer açmaları, hayatın bir nehir gibi sürekli akan bir hakikat olduğunu göstermekte; bu sürekli tecellî, Hayy-ı Bakî olan Allah’ın hayatının devamlılığına şehâdet etmektedir. Hayat bir şeye girdiği vakit, o cesedi bir âlem hükmüne getirmekte, küçücük varlığına âleme denk bir kapsam kazandırmaktadır.
Bediüzzaman’a göre, hayat, Allah’a îmân, meleklere îmân, kitaplara îmân, peygamberlere îmân, âhiret gününe îmân, kader ve kazâya îmândan ibâret olan îmânın altı erkânına da işâret etmektedir.
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)
|
06.09.2006
|
|
|
|