Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Vurun beni!

Vurun beni! Ben bir çocuğum, diğer dünya çocuklarından farklı. Ben savaş dünyalarının çocuğuyum. İlk hayata kan ve barutu tanıyarak başladım. Gerçeklerini gördüm uzun namlulu silâhların, ağır makinalıların ve bombaların. Dipçikler ne kadar da acıtır bir bilsen. Kulaklarımızı tırmalarken feryatlar çaresizliğimizi gördüm. Dün Bosna Hersek’teydim, hâlâ Irak’ta... Bugün Filistin ve Lübnan’da. Suçum ak, pak, saf ve masum olmak. Suçum canilere masumluğu hatırlatmak.

Vurun beni! Tazecik ellerim kollarım kopuk ve kanlı. Gözyaşlarım hiç dinmedi, savaş başladığından beri. Evsiz, yurtsuz, aşsız, susuz ve umutsuz... Söyleyin bana virane olmuş evlerin yıkık avlularında mı oynayayım? Canlı mezarların arasından mı koşayım? Arkadaşım kıvırcık saçlı Ömer, cennetin bir kuşu olmadı mı? Anneme sorardım hep, hiç oyuncaklarımız oldu mu? Bırak olmasın oyuncaklarımız, bırak olmasın sağlam bacaklarımız. Dünya tek değil ki…

Vurun beni! Korkmuyorum bakın. Ölüme gülerek gidiyorum. “Vildânün muhalledûn” çağrısını söylemiyor muydu yıkılmadan önce camilerimizdeki ak sakallı hocalarımız? Bakın babam gibi dik duruyor, ölüme büyük ağabeyim gibi yürüyorum. Heybetli, kahraman ve umursamaz. Korkmuyorum bakın. Ağlamıyorum artık. “Yehud aleyna! Yehud aleyna!” çığlıklarıyla sığınacak yer arayanlara “Tevekkeltü alellah”ı ben diyorum artık. Küçük kardeşime ben anlatıyorum Kudüs’ü artık…

Vurun beni! Sahip çıkmayın bana, hatırlamayın ve anmayın. Mahkeme-i Kübrâ’da bu mesele görüşülmeyecek sanmayın. Benim sahibim Allah (c.c). Bıçağın altındaki kurban Hazret-i İsmail, ateşlere konulan Hazret-i İbrahimler bizden... Kuyuya atılan Hz. Yusuf bizden. Taif’ten sürülen Hazret-i Peygamber bizden…

Vurun beni! Güllere bülbüller tekrar konasıya kadar vurun. Duânın vakti kaza oluncaya kadar... Ümmet bilinci tahkîkî imanla zirveleşinceye kadar vurun. Kader hükmünü icra edinceye kadar...

Vurulan, Müslüman çocuktur. Aslında vurulan bizim birliğimiz, aslında vurulan habersizce biziz…

İbrahim Said ERGENEKON

11.08.2006


Nusaybin’de Beyaz Su

1986 yılının 23 Mart’ında Mardin-Nusaybin’de en kutsal meslek olarak seçtiğim “öğretmenliğe” başlamıştım. Heyecanlıydım. Kırşehir Eğitim’de öğrenci iken düşünmeden edemediğim meslek hayatıma ilk adımımı böylece Nusaybin’de atmıştım. Dört yıla yakın görev yaptığım Güneydoğu’nun bu güzel yöresi gelişmiş haliyle beni çok etkilemişti.

“3. Geleneksel Nusaybin Buluşması” ilânında yer alan “Hayatın herhangi bir dilimini Nusaybin’de geçirmiş” olanların dâvet edilmesi benim için anlamlıydı. Bu heyecan veren buluşmaya katılmak için geçtiğimiz Cuma, Ankara’dan Nusaybin’e gittik.

Bizi karşılamaya gelenlerin yüzlerindeki sevinç hemen anlaşılıyordu. Şehir merkezine girerken 20 yıl öncesi Nusaybin ile şimdiki Nusaybin’i karşılaştırma imkânını bulmuştum.

Caddeleri cıvıl cıvıl insan kaynıyordu, yapılan park ve bahçeler ile fıskiyeler de ayrı bir güzellik katmış, şehir merkezinin görüntüsünü çok değiştirmişti. Nusaybin’deki dostların gönülden, sıcak, etkileyici davranışları, 29 Temmuz güneşinin yakıcı sıcaklığını hissettirmiyordu. Nusaybin’de o yıllarda hep Beyaz Su’dan övgüyle bahsedilir; ancak bir türlü gidemezdik. Çünkü o yıllarda güvenlik hassasiyeti vardı. Ancak 30 Temmuz 2006’da gördüğüm manzara karşısında çok şaşırmıştım. Midyat-Nusaybin arasında bulunan Beyaz Su, bölgeye canlılık ve hayat veriyordu. Beyaz Su’da insan kaynıyordu. Beyaz Su’yun kenarları piknik bahçeleri ile dolmuş, civar il ve ilçelerden serinlemek için gelen insanlar, Beyaz Su’yu şenlendirmişti. Ancak; Beyaz Su şenlenmenin yanında nurlanmayı daha çok arzuluyordu!.. Nusaybin’in ev sahipliği yaptığı buluşmaya Mardin, Şanlıurfa, Diyarbakır, Şırnak illeri başta olmak üzere Kızıltepe, Midyat, İdil, Cizre, Silopi’den katılan dostların Kur’ân sohbeti ile Beyaz Su nurlanıyor, canlı söylenen ilahilerle adeta coşuyordu. Yıllardır terk edilmişliğin hüznünü atıyor, kavuşmanın, hasretin özlemini gideriyordu.

Unutamayacağımız bir hafta sonunu Beyaz Su’da geçirmemize sebep olan Nusaybin’deki dostlarımıza teşekkür eder, “Hayatın herhangi bir dilimini Nusaybin’de geçirmiş olanları”n buluşmaları görmelerini tavsiye ederim.

Cemalettin ÖĞÜT

11.08.2006


İslâmda sosyal adâlet ve dayanışma erdemi (3)

Risâletten önce toplumsal sorunların çözümüne bu denli önem veren Hz. Peygamber (a.s.m.), peygamber olduktan sonra da bu yöndeki tavsiye ve yönlendirmelerine devam etmiş ve onun bu yöndeki ilk dikkat çekici uygulaması, Medine’deki “kardeşlik akdi (muâhât)” uygulaması olmuştur. Buna göre, Medine’nin yerlileri olan Ensar ile dışarıdan Medine’ye gelen Muhâcir aileleri, birlikte yaşayan iki kardeş aile gibi beraber çalışıp kazançlarını aralarında bölüşecekler ve hatta birbirlerine mirasçı bile olacaklardı. Peygamber (a.s.m.) hiç vakit kaybetmeden 186 Muhacir aileyi aynı sayıdaki Medineli Ensar ailesiyle bütünleştirmişti.7 Bu aileler arasındaki yardımlaşma ve cömertlik duygusu o denli ileri boyutta idi ki, bazıları bekâr Muhacirlerin evlenebilmeleri için birkaç hanımından birini “manevî” kardeşine vermeyi bile teklif edebilmişti.8 İnsanlık tarihinde benzeri görülmemiş böylesine önemli bir olay, ilk İslâm toplumunda gerçekleşmiş olması itibariyle, İslâm tarihinde sosyal adâletin tesisi ve toplumsal dayanışmanın sağlanması yolunda atılmış oldukça önemli bir adım olsa gerektir. Medine İslâm toplumunda bu yönde atılan bir diğer adım da, “Medine Anayasası” olarak bilinen ve gerek Müslümanların gerekse Yahudilerin katılımının sağlandığı tarihî sözleşmedir. Bu Sözleşme’de adalet ve dayanışma ilkelerinin yansımalarını görmek mümkündür. Sözleşmenin 16. ve 17. maddelerinde deniliyor ki: “Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramayacaklar, düşmanlarına yardım edilmeyecek ve böylelikle yardım ve eşitliğe hak kazanacaklardır.” “Mü’minler arasında barış da tekdir. Hiç bir mü’min Allah yolunda savaşırken diğer mü’minlerin dışında bir barış anlaşması akdedemez; barış ancak topyekün ve adalet esasları üzere yapılacaktır.”9 Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, Müslümanlar ve gayr-i müslimler birlikte bir toplum oluşturmuşlar ve birbirlerine karşı yardımlaşma ve dayanışma ile yükümlü kılınmışlardı. Aynı şekilde Hz. Peygamber (a.s.m.), gayr-i müslimlerle akdettiği bütün anlaşmalarda da bu ilkeye sadakat gösterip adaletle hükmetmiş, haksızlık yapmamış, zulmetmemiş, haddi aşmamış, gerektiğinde onlarla yardımlaşmış ve dayanışma içerisinde olmuştur.

Görüldüğü gibi, İslâm medeniyeti, toplumda adaletin, iyiliklerin ve güzelliklerin hâkim kılınabilmesi için sadece Müslümanlar arasında değil, aynı zamanda herhangi bir inanç ayrımı yapmaksızın genel olarak insanlar arasında karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma ilkesinin gerekliliğine vurgu yapmaktadır.10 Ancak özellikle Müslümanlar arasında gerçekleştirilmesi öngörülen bu ilke, esasen “kardeşlik” anlayışının bir gereğidir. Nasıl ki, aynı ana-babanın evlâdı olan kan kardeşlerinin, ailenin güçlenmesi ve geleceğe daha güvenle bakabilmeleri için birbirleriyle yardımlaşmaları gerekiyorsa; aynı şekilde Kur’ân’ın birbirlerini kardeş olarak gördüğü11 mü’minlerin de gerektiğinde yardımlaşmaları ve dayanışmaları bir zorunluluktur. Bu yaklaşım tarzı, İslâm’ın öngördüğü dindarlık anlayışının bir gereğidir. Dindar insan, hem bireysel mutluluğu ve hem de toplumsal adaletin sağlanması için Allah’ın kendisine verdiği imkânlardan, nimetlerden, kabiliyetinden, servetinden vs. başkalarını da faydalandıran, bunları başkalarıyla paylaşan insandır. Bu maksatla yaptığı eylemler, bir anlamda onun dindarlık düzeyini göstermektedir.

(Köprü dergisi, Güz/2005 sayısından alınmıştır)

Dipnotlar:

7. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/181 (Hamidullah aile sayısını Makrizî’nin eserinden nakletmektedir.)

8. Buhârî’nin Sahîh’inde (Menâkıb, 50) geçen bir rivayete göre, Medine’ye Muhacir olarak gelmiş bulunan Abdurrahman b. Avf’ın manevî kardeşi Sa’d b. er-Rebi’nin iki hanımı vardı ve o: “Hanımlarımdan dilediğini seç, senin için ondan boşanayım. Ayrıca malımın da yarısını sana vereyim” demişti de, Abdurrahman b. Avf: “Hayır olmaz, Allah ailenin ve malının bereketini artırsın. Sen bana çarşının yolunu göster, o bana yeter” diye karşılık vermişti. Kur’ân’da Ensar ile Muhacirler arasındaki bu dayanışmadan övgü ile söz edilmektedir. bk. Haşr, 59/8-9.

9. Hamidullah, Mecmûatu’l-Vesâiki’s-Siyâsiyye, s.3.

10. Bk. Mâide, 5/2.

11. Hucurât, 49/10: “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”; hadis için ayrıca bk.: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o sebeple onu Kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir Müslüman (ın ayıbını) örterse, Allah da kıyamet günü (onun ayıbını) örter.” Ebu Davud, Edeb 46; Tirmizi, Hudud 3; Buhari, Mezalim 3; İkrah 7; Müslim, Birr 58.

–Son–

Doç. Dr. Osman GÜNER

11.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004