Komutanlar, her vesile ile siyasî tartışma doğuracak demeçler veriyorlar. İçeriğe baktığınızda, hedef gösterilen şahıslar, kurumlar ve devlet organları yıpratılmaya çalışılıyor. Savunma zorunda bırakılıyorlar. Açıklama ihtiyacı hissediyorlar.
Medya da, mal bulmuş mağribi gibi gündemden nemalanmaya çalışıyor. Lehte aleyhte demeçlerin ağırlığına göre manşetler belirleniyor.
Peki, bu tarz bir polemik ve çatışma kültürü doğru mu?
İsterseniz soruyu farklı sorayım: Askerin kendine göre gündemi etkilemeye ve genel ahengi zorlamaya hakkı var mı?
Kamuoyunu tartışmaların odağına çekip, kendini yaralamaya ve muhalif dediklerini de hırpalamaya gerek var mı?
Bu tarz bir yaklaşım ve strateji neyi çözer?
Bulanık suda, acaba kimler balık avlayacak?
AB sürecine karşı, askerin frene basan görüntüsü neyi amaçlamaktadır? Dünya konjonktürü askerî vesayete uygun değil ki, böylesi bir tırmanış yeğleniyor.
Ayrıca, ekonominin yörüngesine oturtulmaya çalışıldığı, demokratik teamülleri geliştirme yolunda ağır aksak da olsa adımların atıldığı bir dönemde, istikrarı bozucu demeçler ve tartışmalar, müzakere sürecini olumsuz etkilemez mi?
Sivil kanadın bu noktadaki demokratik şuur zaafiyeti ve ikircil tavrı, gündemin içinde polemikleri çoğaltıyor ve tartışmanın seyrine göre sanki birileri yeni laboratuar alışmalarına veri topluyor.
Daha kararlı sivil siyasete ve tavırlı demokratik aydın duruşuna geçilmeden, siyaset dışı bu görüntüleri düzeltemeyiz. Daha ciddi ve köşeli bir tespit ve tartışma sürecine girilmesi gerektiği kanaatindeyim.
Siyasî irade, gerek yasaları ve gerekse uygulamaları hızlandıracak kararlılığı ortaya koymalıdır. Aksine gevşek ve savsaklayan veya geçiştiren mukabil cevaplar, kamuoyu nezdinde siyasetin omurgasız olduğu imajını veriyor.
Herkes konuşacaksa, tarafların eşit şartlarda görüş beyanı olmalı. Rütbesini, ünvanını veya nüfuzunu kullanarak öteki dediğini hedef seçen her konuşma, bir sorumluluk tahtında muaheze edilemeyecekse, sessiz kitle açıklama ve karşı görüş hakkını eşitçe kullanamayacaksa, buna demokrasi değil de “memokrasi” demek lâzım.
Türkiye’ye ve insanına bu tablo yakışmıyor. Sabah erken kalkanın darbe yaptığı veya darbe gibi fırça attığı Afrika ülkesi değiliz.
Parlamento ve hükümet, daha caydırıcı tedbirler almalıdır. Meselâ kuvvet komutanlarının siyasî söylemlerinden dolayı haklarında soruşturma açılamaz mı? Emniyet istihbarat başkanı konuşmasından dolayı görevden alınırken, aynı girişim başkasına neden şamil olmasın? İsrail’de kuvvet komutanı hükümeti eleştirince, istifa ettirildi, görevden azledildi. Bizim buradan çıkaracağımız bir ders yok mu?
Dinî konular hakkında ehliyetsiz konuşan aydınların ve yetkililerin, inanca hakarete varan söylemleri karşısında, kitlelerin hissiyatına tercüman olacak sivil toplumu güçlendirecek yeni tedbirler alınamaz mı?
Sivil itaatsizliğin ve görüşünü rahatça ifade etme hakkının dokunulmaz zırhını vatandaşa sunacak bir iradeyi siyaset bu günden tezi yok, ortaya koyamazsa, bunun ceremesini herkes çekmeyecek mi?
Şahsım adına bıktım; aynı yaveleri ve pişirilmiş, şişirilmiş, üfürülmüş, kundaklayan ve tarihi çarpıtan sözüm ona resmî söylemlerin bunaltıcı ve karartıcı açıklamaları dinlemekten.
Kırılmalar, cesaretle topluma moral verecek bir çerçevenin yasal zemininde sivil inisiyatife ve demokratik açılımlara kapı açmalıdır. Her aklın düşünce aralığını aydınlatacak hürriyet abidesini inşa etmeliyiz.
Bilimin sorgulayan cesaretli çıkışını, siyasetin dirayetli bakışını ve tatbikatını bekliyoruz.
12.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|