Mübarek Ramazan ayı vesilesiyle ‘din/İslâmı’i hatırlayan bazı gazeteler; bir yandan ‘Ramazan sayfaları’ hazırlıyorlar bir yandan da ‘samimi dindarları’ rahatsız edecek haberlere imza atıyorlar.
Çelişkiler yumağı olan bu tavır, son günlerde ‘bir kısım gazete’lerin sayfalarını süslüyor. Üstelik bu gazetelerin ‘ilahiyatçı yazar’ları da bulunuyor. Ama bu yazarları ‘bir uzman’ olarak din konusunda istifade etmek için değil, ‘görüntüyü kurtarmak’ için çalıştırıyorlar.
Mesela, “Prefabrik mescit atağı” başlıkli habere bakalım: “Silivri’de son bir yıl içerisinde Mimar Sinan Mahallesi Kumluk ve Samsun mevkiileri ile Cumhuriyet Mahallesi Parkköy mevkiinde 25’er metrekarelik 3 prefabrik mescit yapıldı. Parkköy mevkiindeki mescidin çatısı kubbe şeklinde inşa edilirken, Samsun mevkiindeki mescit ise daha çok bir kulübeyi andırıyor. Parkköy ve Samsun mevkiindeki mescitler faaliyete geçerken Mimar Sinan Mahallesi Kumluk mevkiindeki mescit CHP ilçe teşkilatı ve çevre sakinlerinin itirazıyla karşılaştı.” (Milliyet, 11 Ekim 2006)
CHP’liler, mescid yerine ‘çocuk parkı’ yapılmasını isterken, belediye başkanı da mescidlerin sadece Ramazan ayında teravih namazı ihtiyacını karşılamak için kurulduğunu ve daha sonra kaldırılacağını söylemiş.
Ayrıntılar bir yana, CHP ile özdeşleşen ‘mescid aleyhtarlığını’ nasıl anlamalı? Niçin her defasında ‘mescid’lere ‘çocuk parkı’ bahanesiyle itiraz edilir? “İhtiyaca göre ikisi de yapılsın” demek ve bunu istemek çok mu zor?
Haberdeki şu ‘ayrıntı’ya ne demeli: “Parkköy mevkiindeki mescidin çatısı kubbe şeklinde inşa edilirken...” Ne olmuş, kubbe şeklinde inşa edilmekle? Her halde, ‘camiye benzetmek istiyorlar’ demek istenmiş. ‘Mescid, zaten ‘cami’nin proto tipi/ küçük bir örneği değil midir?
Şunu anlamakta zorlanıyoruz: Bu gazetelere ‘Ramazan sayfası’ hazırlayan uzman ilahiyatçılar, hiç değilse Ramazan ayı boyunca böyle hatalara düşülmemesi noktasında ‘yöneticiler’i uyarmıyor/ uyaramıyor mu?
Benzer bir örneği de aynı gurubun ‘çok satan’ başka bir gazetesinde yayınlanan ‘okuyucu mektubu’ndan özetleyelim: “Bir okuyucum yazıyor, ismini vermiyorum. ‘(THY ile) İstanbul’dan İzmir’e gittim. Kalkış öncesi anonsları önce Türkçe, sonra İngilizce yapıldı. Hemen ardından da aynı anonslar Arapça tekrar edildi. Bütün yolcular çok şaşırdık. İlk defa böyle birşeye tanık oluyorduk. Uçakta bir tek bile Arap yolcu yoktu. (...) Hangi kafaların elinde nereye sürüklendiğimiz düşünmekten başka çere yok.” (Emin Çölaşan, 11 Ekim 2006)
İngilizce yapılınca bir yerlere sürüklenmeyen Türkiye, Arapça anons yapılınca mı bir yerlere sürüklenecek? Gerçi THY yetkilileri ‘yanlışlıkla Arapça anons yapıldığını’ belirtmiş, ama yanlışlıkla yapılmış olmasa bile Arapça da bir ‘dil’ değil midir? ‘Uçakta hiç Arap yolcu’ yoktu diyerek buna karşı çıkmak da anlamsız. Çünkü çoğu zaman uçaklarda İngiliz yolcu olmadığı halde her defasında İngilizce anons yapılıyor. Arapça’dan bu kadar korkmanın ve işin altında başka niyetler aramanın mânâsı var mı?
Hem bunları yapıyorlar, hem de “Yeni 28 Şubat’lara zemin hazırlanmak isteniyor” denilence bu tesbitten alınıyorlar. Şaşmamak elde değil.
12.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|