18 Eylül tarihli Milliyet gazetesinin manşeti bu şekilde idi. Haberi gördüğümde yıllar önce Tema Vakfı’nın düzenlemiş olduğu bir çevre seminerinde izlediğim “Aral Gölü” belgeselini hatırladım. Çünkü heber, kuruyan Akşehir Gölünün resimlerini gösteriyordu.
Toprak üzerinde kalan kayıklar ve otlayan inekler. Tıptı Aral Gölü gibi. Dünyanın dördüncü kapalı gölü olan bu göl de yanlış kullanımdan dolayı kurutulmuştu. En önemli kolları olan Amuderya ve Siriderya daha fazla pamuk elde etmek için kesilerek çöle akıtılmış ve sonunda kurtulmuştu. Bu yönüyle aynı sonuçları paylaşmışlardı.
Üzerinde 40 tekneyle balıkçılık yapılan bu göl, bugün çöle dönmüşse ciddî düşünmemiş gerekmektedir. “Kirli el”in nasıl tahrip yaptığının bir göstergesidir bu manzara. Bir taraftan tarım arazileri açılması için bataklıklar kurutuldu, diğer taraftan da tarım arazilerinin üzerine konutlar ve fabrikalar yapıldı. Diğer taraftan da kaçak kuyularla yeraltından aşırı su çekilmesiyle bu sonuçlar ortaya çıktı.
Bazı kimselerin kendi menfaatlerini milletin zararında görmeleri de bu sonuçların ortaya çıkmasının sebeplerindendir. 50 yılda Türkiye’nin sulak alanlarının yarısı kaybolmuş. 50 yıl önce 2.5 milyon hektar sulak alana sahip Türkiye, 1 milyon 300 bin hektarlık sulak alanını kaybetmiştir. Sazlıklar bataklıklar ve göllerin tarım arazisi için kurutulması fıtrata bir müdahaledir. Nasıl ki insan vücudundaki her hangi bir dengenin bozulması insanı hasta ederse, dünyada da İlâhî dengeye yapılan her müdahale dünyanın bir tarafını hasta etmektedir.
Ya iklimler değişiyor veyahut bazı hayvan türleri kayboluyor. İnsanoğlu bu ve buna benzer taşkınlıklarının sonucunda kendi yaşama alanının sınırlarını daraltmaktadır. Bunun sonucu olarak da kendi elleriyle işlediklerinin yüzünden karada ve denizde çıkan fesadın cezasını yine kendisi tatmaktadır.
09.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|