Hükümet, yorgun düşmüşçesine, farklı gündemlerin merkezine çekildikçe ürkekliğini ihsas eden davranışlara sürükleniyor. Kendince uzlaşma zeminine yöneldikçe, kayan tabanından ve verdiği sözlerden bihaber yaşadığının galiba farkında değil.
Farkında olsaydı, ne yapardı? Gayet basit. İktidarının ilk yılında gündemde tuttuğu hafızasına geri döner ve onu tekrar okurdu. Bugün hangi konu ve başlıkları acaba ıskalıyor?
Kimlerle nasıl bir serüvene sürükleniyor? AB neden hız kesti? Demokratikleşme paketleri, neden gecikiyor? Son TCK ile birlikte 301’in tekrar düşünce hürriyeti üzerinde caydırıcı bir hal almasına neden müsaade etti? Sivil toplum kuruluşlarının tepkilerine, neden kulaklarını tıkıyor?
Askerî etkinin topluma kadar inen siyasî mesajları ve refleksleri karşısında, daha etkili siyasî iradeyi ve yasal çerçeveyi hızlandıracak yeni açılımları neden geciktirmektedir?
YÖK’ün keyfî, oligarşik ve kendinden başka kimseye sorumluluğu olmayan kurum karakterini çözme şansı, neden doğru kullanılamadı?
Hükümete karşı tepkimizde ve dozajımızda insaf ölçüleri içinde kalarak, atılan müsbet adımları küçümsememekle birlikte, yeterince siyasî iradenin yansıtılamadığını ve aciz kalındığını da belirtmek isterim.
AB’nin en çok üstünde durduğu düşünce hürriyeti üzerindeki baskı ve yargılamalara yol açan yasa ve uygulama anlayışını bertaraf edecek ve tevile mahal bırakmayacak düzenlemeler, bir türlü yapılamadı.
Belki uç vermeye başlayan süreç tam mânâsıyla idrak edilemiyor. Belki fark ediliyor da ömrünü uzatma korkusuyla, ertelemeleri oynuyor. Bu noktada hangisine yaslandığını tam bilemiyoruz.
Bilinen o ki, Meclis’teki sayı çoğunluğu ve eldeki konjonktür her vakit ele geçmez. Bu emanetin, öncelikle AB sürecine demokrasi şuurunun her düzeyde kampanyalarla desteklendiği bir yaklaşım ve anlayış zenginliği ile topluma mal edilmesi şarttır.
Hükümet, psikolojik harekâtların merkezlerini ve kontrollü gerilimlerin atölyelerini yeterince okuyamamaktadır. Eğer bunu başarabilseydi, strateji üstünlüğünü sağlardı. En azından tıkanma noktalarını kavrardı.
Medyanın, toplumun yükselen dinî değerlerini, hükümetle ilişkili göstermesi, siyaset dışı çevrelerin irtica suçlaması ile toplumu tahkir ederken hükümete gönderme yapmaları karşısında, daha planlı ve karşı atak bir pozisyonda iletişim stratejileri geliştiremez mi?
Toplumu kucaklaştıracak aydınlanma projeleri çoğaltamaz mı? Zihinler üzerinde baskıya dönüşen magazin haberlerindeki dini dışlayıcı etkileri ve suçlayıcı kampanyaları, topyekûn kültürel programlarla etkisizleştiremez mi?
Meselâ TRT’nin bir kanalı sadece eğitime tahsis edilemez mi? Diğer bir kanalı Diyanet İşleri Başkanlığına verilemez mi? Beş kanalı elinde tutmak, TRT için fazla değil mi? Başlangıçta eğitim ve dinî programlar için şimdilik bir kanal, tamamen tahsis edilemez mi?
Darbelerin tarihi ve zararları üzerine projeler geliştirilemez mi? AB yolculuğu; eğitici ve anlaşılır bir yayın kampanyasıyla halka daha çok yansıtılamaz mı?
Genel çözümlerin ve çok yasa çıkarmanın rehaveti altında, siyasî iletişim ve toplumun demokrasi şuuru yeterince geliştirilememektedir.
Pozitif telkinlerle demokratik olmayan vesayet arzuları kırılabilir. Siyaset ve cesaret, ikizdirler. Tefriki, vehmin korkularına mağlup düşer. O zaman; siyaset gündemin peşinde sürüklenir, cesaretse, ortak aklın pusulasını kaybeder.
Ve heybeden yer, bitirir... Olan yine millete olur.
09.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|