Sizinle, “Pekin”li bir turistin Türkiye hakkındaki mektubunu paylaşmak istiyorum:
“Bu yazının yazıldığı saatten itibaren, ülke yoğun bir dinî atmosfere girdi. Ramazan diye anılan bir aya hazırlık olsun diye başta hava yolları ve marketler olmak üzere indirimli satışlara başlandı.
Daha önce her birine rekât denilen 13 tane ile kıldıkları namaz, bu ayla birlikte tam 33’e çıkarıldı. Üstelik bay, bayan yetmiyormuş gibi ailecek çocuklarını bile camiye götürüyorlar. Herkes duâ ediyor. Birbirlerine “Selamün aleyküm” diyorlar.
Ayrıca bütün camilerde sabah, öğlen ve ikindiden sonra “mukabele” dedikleri Kur’ân’ı topluca takip edip, dinleme işine de başladılar. Herkes birbirine en iyi duygularla mukabele ediyor ve muhabbetle huşu içinde dağılıyorlar.
Cami etrafında toplanan ve topluca namaza durup, dağılışta bile küçük gruplar halinde konuşan kalabalık, toplantı ve yürüyüş kanunu olmasına rağmen izin almadan bir ay boyunca sürekli bunu tekrarlayacaklar.
Akşamları ezanla yemeğe oturuyorlar. Bütün evler, lokantalar, lüks oteller ve tesisler aynı “irticai faaliyeti” aynı saatlerde gruplar halinde icra ediyorlar. “Bismillah” deyip iftarlarını, hurma ile açıyorlar. Sonra akşam namazı dedikleri toplu ibadete geçiyorlar. Otellerin belli oda ve katları ona göre düzenleniyor. Üstelik namazı herkes ayakkabısını çıkararak kılıyor.
Bir kesim de müthiş rahatsız oluyor bunlardan ve bunları “irtica gösterileri” diye nitelendiriyor. Bazı gazeteler ve televizyonlar ilk defa keşfettikleri (!), affedersiniz gördükleri (!), pardon duydukları bu akıl almaz (!) tehlike (!) ve tuhaflık (!) karşısında “çağdaş yaşam mücadelesi” veriyorlar.
Bir de sabaha doğru kalkıyorlar, yemek yiyorlar. Doyasıya enerji depoluyorlar. Gece 03.00’den itibaren hangi semtte olursanız olun sokaklarda bir gezinti yaptığınızda binaların çoğunlukla ışıklarının yandığı görülüyor.
“Acaba ne tür bir plan yapılıyor? Nasıl bir korku ile karşı karşıya bulunuyoruz?” demekten, insan kendini alamıyor.
Parası olmayanlara bu ayda zenginler yardım ediyor. Böylece milyarlarca ekonomik değer kayıt dışı bir şekilde irticaya gidiyor. Vergisi, KDV’si ödenmeden. Mal beyanlarında görülmeyen bu örgütsel! harcamalar, çok yaygın ve kendisine Müslüman diyen herkes seferberliğe girmiş gibi kesenin ağzını açıyor ve malî destek veriyor.
Sonra öğreniyorum ki, bu ülkenin yüzde yüze yakını Müslümanmış. Hem de Kur’âna inanıyorlarmış. Namaz kılıyorlarmış. Başlarını örtüyorlarmış. Zekât veriyorlarmış. Konu komşuyu gözetiyorlarmış.
Gün boyu yeme içmeden kesiliyorlar. Konuşmalarından davranışlarına, ziyaretlerinden ikramlarına kadar olağanüstü bir gayretle çalışıyorlar. Çok kararlılar. Dediklerine göre, 1500 yıldır böyleymiş. Kendileri de 1000 yıldır bu inancı yaşamakla övünüyorlar.
Küsler barışıyor, kavga ve cinayetler bu ayda azalıyor. Trafik bile yumuşak bir seyir izliyor. Herkes birbirine ve yakınlarına daha samîmî ve şefkatli davranıyor.
Akşamdan sabahlara, iftarla başlayıp sahura kadar tam bir şenlik, aydınlık, duâ ve ibadetle sohbet içinde birbirlerine dini içerikli konuşmalar yaparak örgütlerini büyütüyorlar.
Bunlar yetmiyormuş gibi geceleri mahyalarla şehri süslüyorlar. Türbe ziyaretlerine gidiyorlar. Camiler tıklım tıklım doluyor. “Şeriat” dedikleri İslâmın emirleri yerine getiriliyor.
Mahallelerde dahi kadınlar evlerde kendi aralarında ayrıca Kur’ân hatimleri indiriyorlar. Din bilginleri bütün camilerde dini propaganda yapıyorlar. Gençler ve çocuklar da bu gelişmelerden etkileniyor.
Özetle, her tarafta “Allah” yankılanıyor. Ortam dinî havaya bürünmüş. Bir de ayın sonunda bütün bu gayretleri, bayramla kutlayacaklar. Herkes bu özel günlere, bir ay boyunca hazırlanıyor.
Bir kesim, bu olanlardan çok rahatsız. Bir özellikleri daha var ki; hem bilmiyorlar, hem de saldırarak mutsuzluklarını arttırırken, bu ayın kutsal olduğuna inananlar hoşgörü ve sabırla iyi davranıyor bu insanlara.”
26.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|