Bir Ramazan ayı daha yine sessiz sedasız bir şekilde gerçek gündemin ilk sırasındaki yerini aldı. 29 gün boyunca hayatımızı Ramazan’ın getirdiği düzene göre yaşayacağız. Ki, bir çırpıda üçüncü gününe geldik bile...
Ramazan’da büyük bir çoğunluk oruç tuttuğu için, günlük hayatının akışını sahur-iftar ekseninde tanzim ediyor. Dinin sair emirlerini ve diğer ibadetleri yerine getirmekte ihmali olanlar dahi oruçtan uzak duramıyor.
Orucun manevî cazibesi, akşama kadar aç ve susuz kalmanın meşakkatini çektiriyor.
Akşamların vazgeçilmez ritüeli ise, camilerde kılınan teravih namazları. Farz namazlarda camiye gitme alışkanlığı olmayan birçok kişi teravih coşkusuyla camiye koşuyor.
İşin çok ilginç taraflarından biri, bilhassa oruç ve teravihin, siyasî düşünce, ideoloji ve yorum farklılıklarını elimine eden ortak paydalar oluşturmaları.
Burada, toplumu herşeye rağmen ayakta tutan derunî ve manevî sırlardan birinin ipucu kendisini göstermekte.
Öyle ki, bunun dikkat çekici yansımalarından birini, medyada da görmek mümkün.
“İrtica” iddialarını gündemden düşürmeyen ve son günlerde yine düğmeye basılmışçasına, adeta Türkiye’nin tekrar bir 28 Şubat iklimine sokulmak istendiğini düşündürecek tarzda provokatif yayınlara ağırlık vermeye başlayan medya organları dahi Ramazan’a kayıtsız ve ilgisiz kalamıyor; televizyon kanalları iftar ve sahur programları, gazeteler Ramazan sayfaları veya köşeleri yayınlıyorlar.
Gerçi bu yayınlar çoğunda “yama” gibi duruyor ve yer yer sair yayınlarıyla derin çelişkiler de oluşturuyor; ama hangi mülâhaza ile olursa olsun, içeriklerinde Ramazan’a da yer verme ihtiyacı duymaları önemli bir olay.
Hele bu memlekette vaktiyle gazetelerde dinden bahseden yazı dizilerinin resmî devlet talimatlarıyla yasaklandığı hatırlanırsa...
Gelinen noktaya bu cihetiyle baktığımızda, Ramazan’ın temsil ettiği mânâlarda, farkına bile varmadan bizi birbirimize bağlayan, şuuraltımıza işlemiş irtibat noktalarını keşfetmemizin hiç de zor olmadığını görebiliriz.
Bu keşfin açtığı yolda derinleşerek iz sürmeye devam edebilirsek, laiklik adına sergilenen bazı hassasiyetlerin illâ din karşıtı bir düşünceyi yansıtmıyor olabileceğini; kimi samimî itirazların dine değil, dinle bağdaşması imkânsız taassup görüntülerine yöneldiğini; ama şeklî görüntülere takılarak irtica suçlamalarında bulunmanın da yanlış olduğunu fark edebilir ve böylece birbirimizi daha iyi anlayıp tanıyarak gereksiz sürtüşmelere artık bir son vermenin yolunu açabiliriz.
“Laikçi” ve “dinci” bağnazlığın karşı karşıya gelmesinden kaynaklanan gerilimlere karşı Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan şey, empati ve sağduyu eksenli böyle bir kucaklaşma.
Ramazan’ın getirdiği dinginlik ve huzur iklimi bize bu noktada da eşsiz fırsatlar sunuyor. Bu fırsatların, belki de bunları sabote etmeyi amaçlayan “Ramazan’a ayarlı provokasyonlar”la heba edilmesine artık izin vermeyelim.
Ramazan ortak paydasında tarihî bir kucaklaşmanın ilk adımını atarak yola devam edelim.
26.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|