Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

S. Bahaddin YAŞAR

Ayılma zamanı



Sarhoş deyince…

Maddeten sarhoşluğun nasıl bir durum arz ettiğini hemen herkes bilir. Başı dönmüş, kendinden geçmiş, beden ve duygu kontrolünü kaybetmiş bir insan manzarası.

Sarhoşluk neden menhus bir zevk veriyor?

Sarhoşluğun insana menhus (uğursuz, kötü) ve kısa bir zevk veren yönü, gerçeklerden ve meşgul eden düşüncelerden biraz olsun insanı koparması ve unutturmasıdır. Ya sonra…

Geçici olarak unutulan hayatın gerçekleri daha ağır bir şekilde insana yükleniyor. Hayata karşı iç direnç biraz daha azalıyor. Ümitsizlik insanda hükmetmeye başlıyor. Hakiki vazifelerini yapmamaktan gelen elemler insanı daha bir sarsıyor.

Sarhoşluk, bedenin maddî fonksiyonlarını azaltırken, manevî fonksiyonlarını da yavaşlatmaktadır. Böylece düşünce ve fikir aktivitesi en asgarî düzeye inmektedir.

Sarhoşluk tercihi de zaten, düşünmemek ve varolan düşüncelerden uzaklaşmak içindir.

Aklı, kalbi sarhoş olanlar

Bizim bahsedeceğimiz sarhoşluk ise, aklın ve kalbin sarhoşluğudur. Aklın, kalbin sarhoşluğu, dünyanın fani boğuşmalarını ve hadiselerini merakla takip etmek şeklindedir.

İnsan, önceliklerini kaybedip, yapması gereken sorumluluklarını yapmayınca, bu halin verdiği sıkıntıyı, tasayı geçici bir süre unutmak için, aklı, kalbi yine bu gerçekler dışındaki dış dünya hadiseleriyle meşgul etmektedir.

İşte gerçeklerden bu geçici kaçışa, bir nevi sarhoşluk hali denmektedir. Vazifesini yapmamaktan gelen elemleri geçici olarak unutturduğu için de insana uğursuz, kötü, pis, zararlı bir zevk vermektedir.

Meselâ Allah’a kulluğunu hakiki anlamda yerine getiremeyen bir insan, bu getirememekten kaynaklanan elemi unutmak için, dünyanın boğuşmalarını izlemeye ve onlar hakkında gereksiz bir yığın bilgi toplamaya devam etmektedir.

Böyle bir vaziyete düşmüş olan insan, aklı ve kalbi sersemleştiği için sağlıklı düşünme ve adım atma kabiliyetini de kaybetmiş olacaktır. Oysaki o geniş ve büyük dairede vazife az ve küçüktür. Ama herkesin o dairelerle ilgilenmesi neticesinde cazibedar bir hal almıştır. Yani herkes o dairelerin olup bitenlerinden bahsediyor. Onlardan soruyor, onlarla ilgileniyor. Böyle olunca insan kendisini o işleri bilmeye, yorumlamaya görevli imiş gibi düşünüyor.

Halbuki ne o olaylar hakkında onun görüş ve düşüncesine baş vurulacak, ve ne de olayın sebep ve sonuçları o kişiye bir zarar veya menfaat getirecektir.

Hatta nefis dairesindeki ihmaller arttıkça, dış dünyadaki gündemler, daha yoğun bir şekilde insana hücum edecektir. Bu hücumlar kalp ve ruhta marazlar meydana getirecektir. Kalp ve ruhun hastalığı nispetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet artmaktadır. Bunun için manevî olan hastalıklar, insanları aklî ilimlere teşvik eder ve akliyat ile iştigal eden de emraz-ı kalbiyeye müptela olur.

Aklı olan, aklı geveze eden ve kalbi boğan böyle bir hale kendini muhatap eder mi?

Asıl vazifelerde durum nedir?

İnsan bu dünyaya bir kez geliyor. Ömrü de az. Önemli işler ise pek çok. Ve bu dünyada yapılacak işler sonucu ebedî âlem kazanılacaktır. Onun için buradaki yapılacak işler önemsiz değil. Kulu Yaratan kulluk denen emir ve yasaklarla onu mükellef kılmış.

Durum böyle iken, kalbi boğan meseleler, aklı sersemleştiren hadiseler ve hiçbirinin üstesinden gelemeyen ve gelemeyecek olan siyaset cereyanlarıyla olan kişinin meşguliyeti ve merakı, oldukça şiddetli bir tokat vurmaktadır.

Bu tokat hissedilmiyorsa, dünya ile sarhoşane ilginin uyuşturması sonucudur.

***

Hangi dairede yaşıyorsunuz?

İnsan, hayatı, nefis dairesinden başlayıp, hane, komşu, sokak, mahalle, şehir, ülke, yeryüzü ve kainat daireleri olmak üzere yaşamaktadır.

Her insan için en hayatî ve önemli işler kendi nefis dairesi ve hane dairesindedir. Diğer dairelerde ise bazen ve ara sıra vazifeler olabilmektedir.

Her an ilgi gerektiren daire ile, arasıra ilgi gerekecek daireler birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü insana ebedi bir hayatı kazandıracak dairenin işlerini bırakıp, dünyanın öbür ucundaki geçici işlerle ilgilenmek, akıl divaneliğinden başka ne olabilir?

Aklı başında olan insanın gündemi, ebedî bir saadeti kazandıracak meselelerle oluşacaktır. Kulluğumun neresindeyim? İbadetlerimi hakkıyla yapabiliyor muyum? İlim elde ediyor muyum? Çocuklarıma dinlerini, imanlarını öğrettim mi? Örnek bir baba/anne olabiliyor muyum? Allah, eşim, çocuklarım, komşum benden razılar mı? Hayatım Hazreti Peygamberin hayatına ne kadar benziyor? gibi soruların cevaplarıyla meşguldür.

Ve aslında insanlar bir araya geldiklerinde, sabah namazına nasıl kalktıklarından, küçük çocukları namaza ve tesettüre nasıl alıştırdıklarından, nasıl hasta ziyaretine gittiklerinden, en son hangi kitabı okuduklarından, hangi meseleyi tefekkür malzemesi yaptıklarından bahsetmelidirler ki, gündemler böylece oluşsun.

İnsanın yaratılış maksadının ‘ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek’ olduğu gündemden hiç mi hiç düşmemelidir.

Netice… Ayılma zamanı

İnsan, var olan bu ilgi ve merakını yanlışta kullanırsa, dünyanın düzeltilemeyen hadiseleri onu tahrip edecek, ümitsizliğe sevk edecektir. Bu aşırı ilgi, kişiyi ister istemez bir tarafa meylettirecek ve taraftar yaparak, yapılan zulümlere de ortak etmiş olacaktır.

Böylece insan oturduğu yerde ‘zalim’ sıfatı kazanacak, Allah’ın rahmetinden ümidini kestiği için de şiddetli tehdid-i İlahi tokadına mazhar olacak ve zalimlerin zulümlerine hasbi olarak manen iştirak edecektir. Sonuçta hem dünyada hem de ahirette cezasını çekecektir.

Bundan daha düşündürücü divanelik ne olabilir?

İşte Ramazan ayı, orucun oruç, namazın namaz olabilmesi için tam bir fırsat ayıdır.

Kafası karışmış, aklı dağılmış, kalbi hadisat fırtınalarıyla boğulmuş; kendi gerçeklerine sırtını dönmüş, ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, benden ne isteniyor sorularına bigane bir insan, kalkmış, kendinden geçmiş, akli ve bedeni kontrolü kaybetmiş, ne dediği anlaşılmayan bir sarhoş aramaktadır.

Bu asır, herkesi bir şekilde biraz olsun sarhoş etmiştir. Birisi içerek sarhoş olurken, diğeri izleyerek sarhoş oluyor. Kendinde değil insanlar. Oruçla, akıp giden zaman dilimlerine ‘dur!’ denilebilir. Geçen zamanlar sorgulanabilir. O zaman kimse kimseyi, sarhoş haliyle kınamamış olur. Kafalar öyle gereksiz malumatla dolu ki, ayıklamalı faydasızları.

Ramazan ayı, maddeten ve manen sarhoşluktan kurtulma ayıdır.

23.09.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (16.09.2006) - Nasıl bir ‘görüntü’ taşıyoruz?

  (10.09.2006) - Çocuklar bizim ama davranışları kimin?

  (02.09.2006) - Yaz yazıları

  (26.08.2006) - Aile meclisi kararları ve sonuçları!

  (19.08.2006) - Verdikçe zenginleştiler

  (12.08.2006) - ‘Okur’-‘yazar’ olmak

  (05.08.2006) - Şu an kayıttasınız, dikkat!

  (29.07.2006) - Ey cemaat! Ondan razı mısınız?

  (22.07.2006) - Evlenmek üzerine... Fıtrat ne istiyor?

  (15.07.2006) - Haydin tatile?

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habip FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004