Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hakan YALMAN

Din, beşerî akıl alanına indirgenmemelidir



Akıldan bahsedildiğinde genel olarak kullanılan anlam, insanların kendi beyin ve muhakemeleri ile ürettikleri kavramlar birikimidir. Bu anlamda din, beynin kognitif fonksiyonlarının alanı olan korteksin süzgecinden geçtikten sonra duyguların ve vicdanın alanı olan kalpte oluşan bir kavramdır. Varlığı genel olarak kuşatan ve vahyin arka planda yer alışını ifade eden küllî akıl Kur’ân ile temsil edilmekte ve eşyanın hikmet boyutunu temsil etmektedir. Bu anlamda aklın kuşatıcı ve varlık ötesi anlamını ifade ediyor ve beşerin kalbine duygular şeklinde yansıyor olmalıdır.

Günlük hayatta kullanılan akıl anlamı genel olarak beşerî bir üretim olma şeklinde sınırlı kalmakta ve maddî dünya ile beynin iletişim alanı sınırının ötesine geçmemektedir. Bu anlamda kaynağı semavî olan ve madde ötesi bir alandan zuhur eden din maddî alana hapsolmuş aklın sınırlılığında kalamaz. Aklın varlık âlemi ile doğru iletişiminden doğan kurallarla din arasında bir çatışma olması beklenmez. Ancak çelişkili olarak algılanan durumlarda dinin akla ya da aklın işleyiş alanına indirgenmesi, yani akla uygun hale getirilmesi kaynaktaki kudsiyeti fark etmemenin getirdiği bir ölçüsüzlük ve edep dışı bir hal olmalıdır.

Bu anlamda Muhakemat’ın Birinci Makale’sindeki Birinci Mukaddeme’de yer alan şu düstura dikkat çekmek istiyorum: “Takarrur etmiş usüldendir: Akıl ve nakil tearuz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar nakil te’vil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir.” Bu anlamda akıldan bahsederken kişinin kendi beyninin işleyiş ürünlerinden mi, yoksa varlığın genelini kuşatan ve vahiy ile nurlanan hakikatlar manzumesi olan küllî akıldan mı bahsettiği çok önemli olmalıdır.

Beşerî aklın dayattığı doğrular manzumesi ruhbanlık, dogmalar ve fanatizmi doğurmuş olmalıdır. Kur’ân’ın ya da İslâm dininin akla uymadığını ifade etmek, hele de bunun semavî kaynaklı bir dinin temsilcisi tarafından dile getirilmesi aslında din kavramı ile temelde çelişen ve o konum ile uyumlu bir şekilde izahı mümkün olmayan bir yaklaşımdır.

Din, madde ve insan üstü bir kavram ise onu beşerî alana sığdırmaya çalışmak ancak dinin gerçek anlamını bilmemek ya da belirli bir hedefe yönelmişken söylediklerinin ne anlama gelebileceğini fark etmemekten, yani kendini kaybetmekten kaynaklanabilir. Bu sebeple cisimleşmiş bir yaratıcının insanlara daha yakın olduğunu iddia edebilir. Yaratıcının cisimleşmekle insanlara daha yakın olacağını düşünmek ancak beşer aklının sığlığından ortaya çıkabilecek bir hükümdür ve bu, zamanla dogmaya, bu fikri temsil eden zümrenin etrafında ruhbanlık müessesesine dönüşebilir. Oysa cisimleşmek zaman ve mekâna sınırlılığı, sadece yakın çevresinde bulunanlara bir yakınlığı getirir. Oysa herkese ve aynı anda sürekli yakın olmak için zaman ve mekânın dışında olmak gerekir. O halde herkese aynı yakınlıkta olacak bir yaratıcı maddî âlemin dışında ve o âlemin sınırlılıklarından sıyrılmış olmalıdır. Bu noktada temel problem Yaratıcı kavramını ve dinin hükümlerini beşerî aklın algılama ve değerlendirme darlığına indirgemekten kaynaklanıyor olmalıdır. Bu mânâyı en veciz şekilde yine Muhakemat’ta yer alan Sekizinci Mukaddeme ifade ediyor olmalıdır: “Kur’ân’ın üslub-u hakimanesine yemin ederim ki: Nasarayı ve emsalini havalandırarak dalalet derelerine atan, yalnız aklı azl ve bürhanı tard ve bürhanı taklid etmektir. Hem de İslâmiyeti daima tecelli ve inbisat-ı efkâr nisbetinde hakaikı inkişaf ettiren, yalnız İslamiyetin hakikat üzerinde olan teessüs ve bürhan ile takallüdü ve akıl ile meşvereti ve taht-ı hakikat üstünde bulunması ve ezelden ebede müteeselsil olan hikmetin desatirine mutabakat ve muhakâtıdır. Acaba görülmüyor: Âyâtın ekser fevatih ve havatiminde nev’i beşeri vicdana havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor.”

Hangi durumda olursa olsun dinlerin kudsiyeti, imanın bir akıl ürünü değil, çok güçlü hissedilen bir duygu olduğu ve aklın dine hakem konumunda olamayacağı unutulmamalıdır. Evet, din aslında ve özünde gerçek aklın ya da küllî aklın işleyişine uygun olmalıdır. Ancak bu gerçek akıl beşerî akıl olamaz. Madde ötesi ve beynin işleyişleri dışında cereyan eden hikmete uygun olmalıdır. Herhangi bir aklın üretimine dinin uymaması durumunda problem dinde değil, o aklın işleyişinde aranmalıdır. Zaten tüm dinlerin beşere yansımasındaki problem dini kendi akıllarına uydurma gayretinden kaynaklanıyor olmalıdır. Bu anlamda, hiç bir din beşerî aklın ürünü olamaz. Ancak hükümler beşerin varlıkla irtibatında önemli bir konumu olan akla tasdik ettirilir. Bu, tasdik kesinlikle hakemlik ya da onay anlamında değil sadece kişinin imanını güçlendirmek ve varlıkla irtibatını iman boyutunda gerçekleştirmek anlamındadır. Bu anlamda ölçüsüz bir tenkit ya da saldırıya cevap verirken aynı ölçüsüzlük düzeyine inmemek ve dini beşerî aklın sığlığına indiren yaklaşımın da farkına varmak gerekir. Aksi halde dinin aklın ürünü olduğu gizli telkinine âlet olmak ihtimali çok güçlenir. Asıl vurgu yapılması gereken kaynağın kudsiyeti ve din kavramının her türlü arzî ve maddî kavramın üstünde bir iltizam şeklindeki güçlü duygu olduğudur.

Bu arada, her hangi bir dine yönelik tahkir cümleleri cevaplanırken muhatap o cümleleri sarf eden değil de, o şahsın temsil ettiği din olursa bunu malzeme yapmak isteyen art niyetli yaklaşımda olanların işi kolaylaştırılmış olur. “Asıl sizin dininiz” şeklinde ortaya çıkan çekişmeler, birlik ruhu ile tevhid mânâsını yakalamaya çalışan insanlığın bu yolda gidişini sekteye uğratacaktır.

Şahısların yaklaşımı ile kurumlara ya da topluluklara düşman olmak dünya genelini toplum mühendisliğine açık hale getirecektir. Bu durum da dünya üzerinde farklı emellerle dinler ya da medeniyetler arası çatışma oluşturmak isteyenlerin işini kolaylaştıracaktır. Herhangi bir dinin diğerine üstünlüğünü böyle bir zeminde ele almak, beşerî zaafların etkilerini belirginleştirecektir. Maddî alanda, benlik duygusunun ön plana çıkması ile tartışmayı duygusal zeminlere taşıyacak ve müsbet etkileşimi baltalayacaktır.

Sağlıklı bir iletişim ortamında Hıristiyanlığın İslâm dininden öğreneceği en önemli bilgilerden biri gerçek aklın verilerine ve hikmete sağlıklı bir zeminde nasıl ulaşılacağı olmalıdır.

18.09.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (04.09.2006) - Nur-u Muhammedi (asm) ve salâvat

  (28.08.2006) - İnsanlığın mutlu geleceği

  (21.08.2006) - Kendi Mi’racımız

  (14.08.2006) - İslâmın özünde hürriyet ruhu vardır

  (07.08.2006) - Haşir sempozyumu

  (31.07.2006) - Doğulu mutluluk

  (24.07.2006) - Hayatın gerçek anlamı

  (17.07.2006) - Siyasetten insaniyete

  (10.07.2006) - Tevhid nazarı

  (03.07.2006) - Fıtrat yalan söylemez

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004