Vatan'dan Ruşen Çakır, 15 Eylül günkü yazısında "Aczimendiler ve İsmailağacılar" şeklinde isim yapan iki dinî grup arasında mukayeseli bir değerlendirme yaptı. Ehemmiyetine binaen, dikkatinize sunuyoruz. Özellikle Müslüm Efendiyle ilgili birileri tarafından "kullanma/kullanılma" noktasını hayli düşündürücü bulduğumuzu bu vesileyle bir kez daha belirtmek istiyoruz. İşte Ruşen Çakır'ın değerlendirmesi:
"Aczimedilik ne olduğu, nerden çıktığı, ne dediği belirsiz bir gruptu. İsmail Ağa ise çok derin tarihsel kökleri olan bir tarikat.
"Aczimendilik bir gecekonduydu. Bir avuç işsiz güçsüz gençten ibaret, yerel bir hareketti. Ülkenin her yanında, hatta Avrupa’da da örgütlü olan İsmail Ağa’yı ise kocaman bir siteye veya bir gökdelene benzetebiliriz.
"Aczimendilerin değneklerinden başka kaybedecek pek bir şeyleri yoktu. İsmail Ağa ise genellikle alt orta sınıflara seslenmekle birlikte epey varlıklı bir cemaattir.
"Özetle, Aczimendiler her türden provokasyona fazlasıyla teşneydiler. Liderleri Müslüm Gündüz’le yaptığım bir sohbeti hatırlıyorum. Birileri tarafından kullanılmak istendiğini kabul ediyor, ama esas kendisinin onları kullandığını ima ediyordu. Yanıldığını çok kötü anladı. Ama onun yanılgısının faturasını tüm Türkiye, özellikle de İslâmî grup ve cemaatler ödedi.
"İsmail Ağacılar ise, paranoyak denecek ölçüde provokasyondan uzak durmaya çalışırlar. Çünkü Mahmut Hocanın 1980 başlarında cinayete azmettirmekten yargılanmış olması cemaatte çok derin izler bırakmıştır.
ŞOK
Şoke olan kim?
Haftalık bir dergide röportajı yayınlanan Hollanda Adalet Bakanı Donner, bir sorunun cevabı kısmında İslâm ve demokrasiyle ilgili dikkat çekici şu sözleri sarf etti: “İslâmiyet, şeriat kànunlarının getirilmesi anlamına gelse de, Hollanda tarafından kucak açılmalı. Hollanda’da halkın üçte ikisi şeriat yasalarını isterse, bu mümkün olmamalı mı? Bunu yasal olarak engelleyemezsin ki. Çoğunluk ne derse o olur. Demokrasinin özü işte budur.”
Hollandalıların bu sözlere nasıl bir tepki gösterdiğini henüz bilemiyoruz. Ancak, bu sözlerin Müslüman Türkiye'de bazılarını şoke ettiğinden eminiz.
Çünkü, 14 Eylül günkü Hürriyet'in konuyla ilgili haber başlığı aynen şöyle idi: ŞERİAT ŞOKU
İyi de, şoke olan kim? Hollandalılar mı, siz mi, yoksa içimizden başka birileri mi? Haberde bu sorunun net bir cevabı yok.
LİNÇ
Yakın tarih çetelesi
27 Mayıs 1960: Silâh zoruyla ülke idaresine el konularak, iktidardaki DP hükûmeti linç edildi.
30 Mayıs 1960: İçişleri Bakanı Namık Gedik linç edildikten sonra pencereden aşağı atılmak suretiyle, olaya intihar süsü verildi.
15–17 Eylül 1961: Yassıada'da kurdurulan Yüksek Adalet Mahkemesince verilen karar gereği, biri başbakan ve ikisi bakan olmak üzere üç devlet adamı idam edilmek sûretiyle, esasında hukuk ve adâlet mefhumu linç edilmiş oldu.
12 Mart 1971: Bir cunta tarafından hükûmete yönelik verilen muhtıra ile anayasadaki "kuvvetler ayrılığı" prensibi linç edilmiş oldu.
12 Eylül 1980: Demokrasiyi hançerleyen ve siyaseti parçalayan bir askerî ihtilâl hareketi ile de "hür düşünce" linç edilmiş oldu, netekim.
Günün Tarihi
Misyon sahibi bir parti: Ahrar Fırkası
18 Eylül 1908: Resmî müracaatı kabul edilen Ahrâr-ı Osmaniye Fırkasının (Osmanlı Hürriyetçiler Partisi) kuruluşu tamamlandı. Bazı kaynaklarda müracaatın dört gün evvel (14 Eylül) yapıldığı belirtiliyor.
İttihatçıların en ciddî rakibi olarak kurulan ve pek yakın zamanda yapılacak olan genel seçimler için hazırlık çalışmalarını başlatan Ahrar Fırkasının yönetim kadrosunda yer alan isimler şöyle: Nureddin Ferruh, Ahmet Fazıl, Kıbrıslı Tevfik, Celâleddin Arif, Melih Said, Namık ve Şevket Beyler.
Bu siyasî hareketin arka planda ise, Prens Sabahaddin Bey, Mizancı Murad Bey ve Hasan Fehmi Bey gibi ilim ve fikir adamları da vardı.
Bir kadro ve fikir hareketi olarak dikkati çeken Ahrar Fırkasının genel başkanının kim olduğu tam olarak bilinmiyor. Zira, bir türlü açıklanamadı. Partinin Genel Sekreteri ise, Nureddin Ferruh.
Bununla beraber, umumî kanaat, Meşrûtiyetin ilânından sonra kısa süreli de olsa iki kez sadrâzamlık yapan Kâmil Paşanın, partinin gizli genel başkanı olduğu yönündeydi.
Genel seçimler
1908 yılının sonbaharında kademeli şekilde genel seçimler yapıldı. Kasım ayında taşradaki vilayet ve sancaklarda başlayan seçimler, Aralık ayına kadar devam etti. Ahrar Fırkasının katılma şansını bulduğu İstanbul'daki seçimler ise, en son safhaya bırakıldı.
Hızla teşkilâtlanan ve tabandan büyük ilgi gören Ahrar Fırkası, ne yazık ki taşrada yapılan seçimlere katılamadı. Zira, komitacı İttihatçılar ona bu fırsatı tanımadı. Tıpkı, 1946 seçimlerinde Halkçıların Demokratlara yaptığı gibi.
Ahrar Fırkası ile Demokrat Partinin benzeşen bir başka yönü de, çok partili ilk genel seçimlerde sadece İstanbul'dan aday gösterip seçime katılabilmesidir.
Ama ne yazık ki Ahrarlar, o günkü şartlarda İstanbul'dan da mebus çıkartamadılar. Partiye bazı mebusların katılması, ancak Meclis'in açılmasından sonra mümkün olabildi. Bu da, kurulacak hükümette Ahrarların da yer almasını netice verdi. Nitekim, 31 Mart Vak'ası esnasında Ahrar ağırlıklı bir hükümet vardı.
Ahrarın misyonu ve akıbeti
Ahrar Fırkasının siyasî misyonunda öne çıkan unsurlar şunlar: Hürriyetçilik, ferdiyetçilik, şahsî teşebbüs, yerel parlamento zarureti, eşitlik, adâlet, hamiyet ve kalkınma.
Kanlı 31 Mart Hadisesinden sonra Ahrar Fırkası üyelerinden bir kısmı tutuklanıp yargılandı. Bazıları idam edildi. Ayrıca ülkeyi terk edenler oldu.
30 Ocak 1910'da yurda dönen parti genel sekreteri Ferruh Bey, fırkanın kapatıldığını ilân eden bir bildiri yayınladı. Bu tarihten sonra, muhalefet boşluğunu Miralay Sadık Bey liderliğinde kurulan Hürriyet ve İtilâf Fırkası doldurmaya başladı.
1913'teki kanlı "Babıâli Baskını" öncesinde hükümette kısa süreli görev yapan Ahrar mensupları, bir kez daha iktidardan uzaklaştırılmış oldu.
Ahrarın devam mahiyetindeki parti—Üstad Bediüzzaman'ın da ifadesiyle—1946'da kurulan ve 1950'de tek başına iktidar olan Demokrat Partisi oldu.
Yani, bu köklü partinin misyonu bitmedi, devam etti; "hürriyetçi demokrat" olarak hâlen de devam ediyor. Bunu bilmemek, bunun olmadığını göstermez.
Son olarak, şunu da belirtelim ki: Emirdağ Lâhikası isimli eserinde Ahrarların başına gelen iki dehşetli darbeye (31 Mart 1909 ve Bâbıâli Baskını 1913) atıfta bulunan Üstad Bediüzzaman, Demokratların başlarına da "iki darbe–i müthişenin" gelmesi ihtimaline işaret ediyor.
18.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|