Geçtiğimiz hafta Zaman gazetesinde yayınlanan "Yassıada belgeleri" başlıklı yazı serisi, fikir ve siyaset dünyasında önemli ölçüde mâkes buldu.
Aynı belgelerin içinde, Üstad Bediüzzaman'a ait olduğu kesinlik kazanan birçok mektup (lâhika) da bulunuyor.
Bu mektuplar, başta Adnan Menderes olmak üzere, Demokrat Partinin üst düzeydeki yönetim kadrosuna hitaben kaleme alınmış. Bunların bir kısmı da, bilâhare Emirdağ Lâhikası isimli esere dahil edilmiş.
Öyle anlaşılıyor ki, Demokratları deviren 27 Mayıs darbecileri, Üstad Bediüzzaman'a ait sırf vatan ve millet menfaati için kaleme alınan o mektupları da "aleyhte delil" olmak üzere kullanmak istemiş.
Oysa, o mektupların ağırlıklı kısmında, Şark vilâyetlerinde din ve fen ilmini birlikte sunacak ve İslâm unsurları arasındaki düşmanlığı kaldırıp kardeşliği tesis edecek üniversiter bir eğitim modelinden söz ediliyor.
Ne garip değil mi? On yıllardır Türkiye'nin (ve Ortadoğu'nun) başını ağrıtan çeşit çeşit belâ ve marazların tedâvi ve telâfisi için vaktiyle ileri sürülen düşünceler dahi sakıncalı addedilmiş...
Neyse ki, aradan geçen 45 yıllık bir sürenin ardından, bugün hemen herkes o mektuplarda dile getirilen fikir ve tavsiyeleri dikkate alıp takdirle karşılayabiliyor.
Öyle ki, bugün bir kısım hamiyetli CHP'liler dahi—hakkı teslim kabilinden—Üstad Bediüzzaman'ın Dârülfünûn (Medresetüzzehra) çatısı altında yapılmasını arzu ve temenni ettiği "eğitim modeli"ni müsbet bir yaklaşımla değerlendirebiliyor.
Şimdi, Üstad Bediüzzaman'ın "...Vücuda gelmesi için tam elli beş senedir Risâle-i Nur'un hakikatine çalıştığım gibi ona da çalışmışım" dediği "Şark Üniversitesi" hakkında DP'li Bakanlar Kuruluna ve hasseten Maarif Vekili Tevfik İleri'ye hitaben yazmış olduğu söz konusu mektuplardan (belgelerden) birinde yer alan bir kaç cümlesini burada iktibas ederek noktalıyoruz:
"...Hasta olmasaydım, ben de o mesele (Şark Üniversitesi) için Vilâyat-ı Şarkiyeye gidecektim. Ben bütün ruh u canımla Maarif Vekilini (Tevfik İleri'yi) tebrik ediyorum.
"Hem elli beş seneden beri, Medresetü’z-Zehra namında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakır’da, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten (1908'den) evvel İstanbul’a geldim." (Age, s. 402-403.)
Mektubun devamında yaşanan iç ve dış çalkantılar, yani darbeler ve savaşlar sebebiyle, bu mühim meselenin geri kaldığını ifade eden Üstad Bediüzzaman, temel düşüncesini bu mektupta şu sözlerle özetliyor:
"...Vilâyat-ı Şarkiye, âlem-i İslâmın bir nevi merkezi hükmünde, fünûn-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü, ekser enbiya şarkta ve ekser hükema garpta gelmesi gösteriyor ki, Şarkın terakkiyatı din ile kaimdir. Başka vilâyetlerde sırf fünûn-u cedide okutturursanız da, Şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk'e hakikî kardeşliği hissedemeyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde mecburuz."
"Şimdi, ben zehir hastalığıyla ziyade rahatsız vaziyette ve çok ihtiyarlık sebebiyle elli beş senelik bir gaye-i hayatımı görüp takip etmekten mahrum kaldığım gibi, Ankara’ya gidip şark terakkiyatının anahtarı olan bu müesseseye çalışanları ruh u canımla tebrik etmekten dahi mahrum kalıyorum."
El–Bâkî, hüve'l–Bâkî
Çok hasta, çok ihtiyar, garip, tecrid içinde
Said Nursî
Günün Tarihi
12 Eylül'ün yan ürünleri
12 Eylül 1980: En üst komuta kademesindeki beş generalden müteşekkil cunta, ihtilâl yaparak ülke idaresine el koyduğunu açıkladı.
Darbenin yapıldığı tarih, bir Cuma gününe denk getirildi. Sokağa çıkma yasağı sebebiyle, mü'minlerin pekçoğu o gün camiye gidip farz olan Cuma namazını edâ edemedi.
Darbeci generallerin isimleri şöyle: Kenan Evren, Nurettin Ersin, Tahsin Şahinkaya, Nejat Tümer ve Sedat Celasun.
Artakalan meyveler
Cunta idaresinin yaptığı ihtilâlden geriye acaba ne kaldı diye bakıldığında, ilk dikkati çeken mahsüllerden birkaçı şunlar olsa gerektir:
1) Türkiye tarihinde eşi–benzeri görülmedik bir terör örgütü ve terör eylemleri.
İhtilâlden önce legal veya dağınık vaziyette bulunan örgütlerin tamamı kapatıldı. Meydan bütünüyle illegal ve şiddet ağırlıklı bir örgüte (PKK) bırakıldı.
Böylelikle, "anarşi ve terör" gerekçesiyle yapılan bir ihtilâl hareketi, ülkeyi tarihte benzeri olmayan bir terör dalgasına mâruz bıraktı.
Bünyede açılan derin yaralar, 25 yıldır kanamaya devam ediyor.
2) Siyaset parçalandı, hatta iş rayından çıktı. Ülkede köklü, oturaklı şahsiyetli politikalar yerine, şahıslara dayalı nevzuhur ve deneme–yanılma metoduyla iş gören misyonsuz politikalar meydan aldı.
3) Ekonomi, eğitim, sağlık gibi temel alanlarda Türkiye'nin hızı kesildi; GAP gibi ülkenin kalkınma ve ilerleme projelerine ağır darbe vuruldu. Keza, AB hedefi de benzer bir akıbete uğradı.
Çeyrek asır sonra
İhtilâlin üzerinden çeyrek asır sonra, yurdun çeşitli merkezlerinde protesto gösterileri yapılıyor.
Kimileri de, "İhtilâlciler yargılansın" sloganı arkasına saklanarak, "Yaşasın devrim! Yaşasın sosyalizm!" ciyaklamasında bulunuyor.
Oysa, cunta lideri Evren Paşa, daha ihtilâlin ilk günü yapmış olduğu basın toplantısında şunu söylemişti: "Eğer biz darbe yapmasaydık, devrimci–sosyalist geçinen yapacaktı darbeyi. Karşınızda bizim yerimize onlar olacaktı."
Dolayısıyla, "Yaşasın devrim, sosyalizm" türünden mavallar, darbeciler için sadece bir malzemeden ibarettir.
12.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|