Yazının başlığı Peyami Safa'nın ünlü romanının adını taşıyor. Hatırlatayım, yazar dinden uzak Batı tarzı hayatla, dinî değerlere uygun hayat tarzını bu iki semtle bütünleştirir ve romanına malzeme yapar. Fatih'te yaşayan, ama gönlü Harbiye'de olan ve iki hayat arasında bocalayan roman kahramanı genç kız, neticede Fatih'i tercih eder.
İlginç semttir şu Fatih
İstanbul'un fethinin nişaneleriyle doludur her yanı. Adını Fatih Sultan Mehmet'ten alır. Zaten hadiste "Konstantiniyye bir gün fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır…" iltifatına mazhar olan Sultanın türbesi de, aynı adı taşıyan camiin bahçesindedir. İstanbul'un fethinden sonra tüm şehirde imar hareketleri başladığında, Sultan, zamanının en modern eğitim tesisi olan "sahn-ı seman medreseleri"ni bu semtte inşa ettirir. O dönemden sonra da Fatih semti yüzyıllarca, adeta bir "kampüs semt" olur. (Günümüzde onca hoyrat kullanmaya rağmen, medreselerin, türbelerin, çeşmelerin ayakta durmaya çalışması, o dönemden günümüze gelen silinemeyecek mühürler hükmünde… Bir de sokak ve mahalle isimleri vardır ki, ayrı bir yazı konusu olabilir…)
Sultan Fatih, yeni şehre Anadolu'dan aileler de yerleştirir. Fatih'in Çarşamba bölgesi, adını Samsun Çarşamba'dan gelen ailelere borçludur.
Sur içi diye nitelendirebileceğimiz, eski İstanbul'un Haliç'e bakan yüzünde yer alan ve birbirine komşu olan Çarşamba, Fener, Balat bölgeleri binlerce yıllık kültür birikiminin, şehrin geçirdiği sosyal değişimlerin aynası hükmündedir.
Canlı tarih
Bölge bakım bekleyen camileri, medreseleri, türbeleri, çeşmeleri, bakımlı sinagogları, kiliseleri, azınlık okulları, Rum evleri, her şeyden önemlisi Fener Rum Patrikhanesi ve kırmızı mektebiyle İstanbul'un adeta canlı tarihi gibidir…
Müessif 6-7 Eylül olaylarından sonra boşalan Rum evleri, şimdilerde Anadolu'dan göçlerle gelen çoğu Doğulu, Güneydoğulu olan ve işsizlikle boğuşan aileleri barındırmaktadır. UNESCO'nun fonuyla, evlerin bir bölümü orijinal haliyle restore edilmektedir. Tarihî dokusuyla çoğu televizyon dizisine mekân olarak seçilen bu bölge, günübirlik turizm turlarının da güzergâhı durumundadır. Sırt çantalarıyla yerli yabancı turistleri dar sokak aralarında sıkça görmeniz mümkündür.
Çarşamba'nın kendine has içe kapanık, ilginç bir dünyası vardır. Sakinlerinin çoğu ehl-i tariktir. Esnafın çoğu tesettür giyim ve hacı malzemeleri satan dükkânlarına Tevhid, İhlâs gibi isimleri koymayı tercih etmiştir. Özellikle hafta sonları yapılan dinî sohbetlere çevre illerden bile katılım olur… Kıyafet tercihleri farklıdır. Hanımlar genelde çarşaf, beyler sarık ve cübbeyi tercih ederler...
Sabahın erken saatlerinde yürüyüş yapmak isterseniz, cami hocasının sohbeti sonrasında yolda ayak üstü iki dostun hararetle dinî bir meseleyi müzakeresine sıkça şahit olabilirsiniz…
İstanbul'da bu sahneleri yaşayabileceğiniz kaç semt vardır ki?
Kabul edersiniz, ya da etmezsiniz, Fatih Çarşamba da, Nişantaşı, ya da Beyoğlu gibi İstanbul'un, Türkiye'nin bir gerçeğidir.. .
Bu gerçek; noksanlık ya da korku kaynağı olarak değil, demokrat Türkiye'nin zenginliği olarak algılanmalı değil midir?
Gerilim müziği eşliğinde objektif habercilik
Son bir haftadır medyanın Bayram Ali Öztürk Hocanın katli akabinde Çarşamba semti ile ilgili çizdiği tabloyu (aynı zamanda otuz yılı aşan bir Fatihli olma kimliğimle) ibretle müşahede ediyorum.
Gerçi çoğu TV kanalında, korku filmleri müziği fonuyla sunulan bayat habercilik anlayışına yabancı değiliz. Biliyoruz ki, periyodik olarak yaklaşık on yılda bir bu bölge bir medya merceğinden geçer, sanki yeni bir şey keşfedilmiş gibi sokakta yürüyen çarşaflı hanımlardan, sarıklı cübbeli beylerden hilkat garibesi imiş gibi bahsedilir… Onların şahsında dinî değerlerimiz kötülenir, insanlar zan altında tutulur.
Bu yönüyle malûm medya neye hizmet eder?
Ahmet Cevdet Paşa zamanında Fatih
Ahmet Cevdet Paşa (1822 - 1895): Osmanlı devlet adamı, tarihçi ve hukukçu. 12 ciltlik bir Osmanlı tarihi yazmış, hukuk alanında Mecelle'nin hazırlanmasında önemli rol oynamıştır.
Ahmet Cevdet Paşanın kızı Fatma Aliye Hanım, kaleme aldığı Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı isimli eserinde, bir zamanlar üniversite semti mahiyetinde olan Fatih semtini babasının hatıralarına dayanarak bakın nasıl anlatıyor:
Mahafil-i İlmiye ve
Edebiye (Alim ve ediblerin
toplanma yeri): Fatih
"Bilmeyen ve duymayan varsa anlatmış olalım. Babam ve üstadım merhumdan, Murat Molla Tekkesi Şeyhi'ne dair çok fıkralar işitmişimdir ki bazılarını burada zikredeyim! Çarşamba Pazarı'ndaki Murat Molla Tekkesi bir Darülfünun (üniversite) demek olup, orada her nevi ilim ve maarif tahsil olunurdu. Oraya bütün rical ve kibar (büyükler) giderdi. Her sene Ramazan ayında bir akşam Hz. Padişah, orada Murat Molla Şeyhi'nin misafiri olarak iftar ederdi. İstanbul'un ulema ve udebası (âlimler ve edibleri) oraya devam eyledikten başka taşradan, hatta uzak ülkelerden tahsil ve istifade için gelirlerdi. Murat Molla Tekkesi ve Şeyhi, işte böyle bütün cihana nam ve şöhret salmıştı. Şeyh Efendi servet sahibi bir kimse olduğu gibi hayırperver bir kimseydi. Parasını hayır işlerine sarf ederdi. Tekkenin yakınındaki Dar-ül Mesnevî'yi kendisi inşa ettirmiştir. "Murat Efendinin vaazlarında vükelanın (bakanların) ekseriyeti bulunurdu. Herkesin üzerinde rağbet ve nüfuzu olan Şeyh, gayet açık sözlüydü. Bir gün camide vaaz ederken, bütün Heyet-i Vükela da mevcutken, Şeyh Murat: "Bir deli gâvur vardır. Bir de gâvur deli vardır. Deli gâvur bizim bakkaldır. Francalanın bayatını, peynirin bozulmuşunu, herkese her şeyin fenasını verir. Ben onu çağırırım bir güzel azarlarım. Hemen yola gelir. Bir müddet öyle gider. Yine işi bozunca yine azarı işitip düzelir. Gâvur deli ise Evkaf Nazırıdır ki; camilerin kandillerinin yağının parasından çalar!" demesiyle o sırada orada bulunan Evkaf Nazırı ne tarafa gizlenip, nasıl savuşabileceğinden hayrete düşmüş, diğer vükela sersemlemişti.
Murat Efendi belli zamanlarda Mesnevî okutur, diğer vakitlerde sabahtan akşama kadar çeşitli dersler verirdi. Kendisinin ilk talebesinden olan Tevfik Efendi oraya yerleşmiş olup müracaat edenlere Farsça öğretirdi.
"Babam Ahmed Efendi, boş vakitlerini o dergâhta maarif tahsil etmeye hasreyler, bazen de Şevket ve Urfi divanlarını okumak için meşhur şair Fehim Efendi'nin Karagümrük'teki konağına giderdi. "O zamanlarda Fatih semtinde pek faziletli âlimler bulunduğu gibi, Fatih'ten Sultan Selim'e, diğer taraftan Karagümrük'e kadar olan bölgede, çok değerli şiirler yazan şairler vardı. "Babam merhum o zamanlardan bahsederken demişti ki: 'Fatih semtinde o vakit ilim ve maarife dair mevzular konuşulduğu sırada batın ve zahir mücadeleleri eksik olmazdı. Şimdi ne o var! Ne bu var! O zevatın tamamı bu dünyadan geçip gittiler. Hepsi yerlerini boş koyup gittiler! Keşke bir Murad Molla Şeyhi olsaydı da onu kötüleyecek bir de, Hafız Seyyid bulunaydı.'"
(Fatma Aliye Hanım, Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı, syf. 41-52.)
10.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|