Dolayısıyla tahkikî, gerçek iman; hayal bulutlarının arkasında değil; öğrenilebilir, anlaşılabilir ve kazanılabilir bir hakikattir. Tahkikî imana, gözlem, araştırma ve muhakeme neticesinde hür iradeyi kullanarak ulaşılır. Bu da, hayatın, dünyaya gönderilişin, ölümün ve ölüm ötesi gerçekleri kavramak, anlamak, arkalarındaki esrarı çözerek ulaşılır. Özetle, tahkikî denen gerçek imân-itikada; tahayyülden başlayıp, tasavvur ve taakkulden geçip, tasdikten sonra iz’ân, iltizam, teslim ve imtisâlin ardından ulaşılır. Bu imân, hem hareket ve bereket, hem enerji ve güç kaynağıdır.
Tahkikî dediğimiz gerçek imân; bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki aynada görünen misâlî güneşten tâ deniz yüzünde yansıyan güneşe kadar kademeleri, açılımları vardır. Ki, bin bir İlâhî ismin tezâhürleri, yansımaları ve diğer imân şartlarının kâinat hakikatleriyle örtüşen çok yönleri, basamakları, oluşumları, bağları bulunur. Tahkikî imânı elde eden; Allah hesabına müşahede edilen her şeyin marifet/ilim” olduğunu idrak eder, algılar.
Kesin (yakîn) bilgiye dayanan tahkikî imânın da pek çok mertebe, derece ve basamakları bulunmakla beraber, “ilmel-yakîn, aynel-yakîn ve hakkal-yakîn” gibi üç ana şıkta toplanır. Bunların üç mertebesi de tahkikî imanın dereceleridir. Şimdi onları da kısaca görelim.
a- İlmel-yakîn (Kesin bilgi, ilim derecesinde imân): Tahkiki, gerçek imânın bu derecesi, kesin bilgi-ilimle elde edilir. Bu, maddî-mânevî, fen ve sosyal ilimlerin harmanlanmasıyla elde edilen bilgi ve ilimle sağlanan tahkikî imânın ilk derecesidir.
Farz edelim ki, deniz görmeyen, bilmeyen birisinin o koca su birikintisi hakkında kesin bir bilgiye ve kanaate varmak istiyor. Coğrafya dersi ve haritalardan hareketle denizin varlığı hakkında kesin bilgi sahibi olunabilir. Bu, ilmel-yakîn (kesin bilgi derecesinde) bilmek, özelliklerini öğrenmektir. İlmî seviyede bilmek olduğundan; vasıtası duyular ve akıldır.
İşte, bu imân mertebesi, çok delillerin, belgelerin kuvvetleriyle binler şüphelere karşı dayanır; iddialara dayalı şüphe ve vesveseler karşısında sarsılmaz, yıkılmaz, mağlûp olmaz.
Tekâsür Sûresinin 5. âyetin Arapça metninde, “ilmel-yakîn” (Keşke hakikati şeksiz şüphesiz bilseydiniz) şeklinde tabir olarak da geçer.
b- Aynel-yakîn (Gözlem/görme derecesinde imân): Göz ile görüp, müşahede ile elde edilen şeksiz-şüphesiz bir bilgiden sonra ulaşılan tahkiki imandır. İlmel-yakînden daha güçlüdür. Gözlem ve müşahedelere dayanır. Yâni, koca su kütlesi denizin haşmetini bizzat gözleriyle görerek onun hakkında bir kanaate, bir fikre sahip olmaktır.
Bu imân tarzının da pekçok mertebeleri, Esma-i İlâhiye (Allah’ın en güzel isim ve sıfatları) sayısınca tezahür dereceleri, ortaya çıkma durumları vardır. Bütün kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek dereceye1 ulaştıran sırrı, gücü taşır. Bu merhaledeki tahkikî imâna, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini, atomdan galaksilere ve kâinatın yüzünde müşahede ve tefekkürle varılır.
Araştırmalar; görme duyusunun öğrenmeye tesiri yüzde 75 (Bir başka çalışmada ise, yüzde 83); işitme duyusu yüzde 13; dokunma duyusu yüzde 6; koklama duyusu, yüzde 3; tad alma duyusu yüzde 3” şeklinde olduğunu göstermiştir.2 Buna binâendir ki, Kur’ân; mütemadiyen kendi açılım ve müşahhaslaşmış simetrisi olan kâinatı, “bakmıyor musunuz, görmüyor musunuz, gözlerinizi çeviriniz, âyetlere bakınız!” diye gözlemleyerek incelemeye dâvet eder.
“Aynel-yakîn”, Tekâsür sûresinde “gözle görmek” diye ifâde edilir.
Dipnotlar: 1-Emirdağ Lâhikası, s. 91.; 2-Doç. Dr. Leyla Özyürek, Öğretim İlke ve Yöntemleri (Ankara: Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, 1983, s. 21.
10.09.2006
E-Posta:
[email protected] - [email protected].
|