Dimağımızın üçüncü basamağı taakkuldür. Yâni, akıl ederek muhakeme etme, ölçme, biçme, değerlendirme merkezi. Bunun dışında, akıl basamağında herhangi bir işlem yapılmaz. Akıl bir uzuvdur. Tıpkı insanın bacağının yürümeye yaraması gibi, akıl da, beyin de biyolojik bilgisayar gibi hesap etmeye yarar.1 Doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini ölçer, biçer, ayırır. Bunu da bir takım mantıkî delil ve tekliflerle (önermelerle) yapar.
İslâm dairesine ve sorumluluğa akıl-baliğ olduktan sonra girdiğimize göre ve Kur’ân’ın mütemadiyen, “Akıl edemiyor musunuz, düşünün, aklınızı kullanın, araştırın, inceleyin” diye vurguladığına göre iman hakikati de mutlaka akıl süzgecinden geçmelidir. Ancak, taakkul merhâlesinde zihin yalnızca akıl yürütür. Hammaddeler, hayal ve tasavvur basamaklarından geçtikten sonra bir ölçme, değerlendirme âleti, bir terazi olan akıl kazanına girer. Burada, düşünme, muhakeme ve öğrenme stratejilerine tabi olur.
Zihinde çok taakkul işleminde kullanılan onlarca düşünme ve mantık yürütme tarzı bulunur. Bunlardan bazıları Aristo mantığı, ikili mantık, çok değerlikli mantık, sert kaya mantığı, esnek mantık, açık uçlu mantık, sistem mantığı gibi tanımlayıcı; analitik, sentezci, yargılayıcı, tasarımcı, sıra dışı, senaryo tabanlı düşünme şeklinde sıralanabilir.
Taakkul işlemi sırasında zihin; bilgi, deney ve gözleme ait verileri, maddî olguları veya zanlarını, kanaatlerini, özlemlerini, beklentilerini girdi olarak kullandığından, çıkan sonuçlar kritiğe tâbi tutulmalıdır. Akıl yürütme, yâni taakkul, bilinenlerden hareket ederek bilinmeyenlere ulaşma çabasıdır aynı zamanda. Dimağımız bunu, tümden gelim veya tüme varım metodlarıyla uygular:
-Tüme varım/istikra-ı tam: Aklın, tek tek olaylardan hareketle genel sonuçlara varma metodudur.
-Tümdengelim (istidlâl/delillendirme): Aklın genel prensiplerinden hareketle özel/husûsî durumları açıklama yoluna dayanan metodla gözlem, tecrübe ve deneyler neticesinde elde edilmiş genel prensiplerin ayrı ayrı olaylara uygulanmasıdır. Taakkulde, yâni, akılda insan tarafsızdır. Bilgi veya fikir; ‘akıl’; terazisine düşerse; kendi çapına göre “doğru veya yanlış” diye değerlendirir. Dolayısıyla bu mertebede bulunan bir bilgi, kesin kanaat veya imân olmaz. Çünkü, akıl ona yalnızca tarafsız yaklaşmaya, ölçmeye, biçmeye, değerlendirmeye çalışır. Veya zararlı mı, faydalı mı olduğunu belirler. Buradan da işlemi tasdikin kapısına götürür; bırakır; ötesine karışmaz.
Akıl terazisinde de imân, itikat oluşmaz. Çünkü burası ölçme değerlendirme bölümüdür. Kimi zaman inanç konularında şüphe suretinde gelen vesveseler, aklı taciz eder. Biçare vesveseli adam, bazan tahayyülü taakkul ile karıştırılır. Yani, hayale gelen bir şüphe, akla girmiş şüphe şeklinde tevehhüm edip, itikada/imana zarar gelmiş zannedilir. Hem bazen tevehhüm ettiği bir şüpheyi, imana zarar veren bir şek/şüphe zanneder. Hem bazen tasavvur ettiği bir şüpheyi, tasdik-i aklîye girmiş bir şüphe zanneder. Hem bazen bir küfri bir işte tefekkürü, küfür zanneder. Yani, dalâletin esbabını anlamak suretinde kuvve-i mütefekkire denen düşünme gücünün cevelânını ve incelemesini ve tarafsız muhakemesini, imanına aykırı zanneder. Böylece, şeytanın telkininin eseri olan şu zanlardan ürkerek, “Eyvah! Kalbim bozulmuş, itikadıma zarar gelmiş” der.
Oysa o haller çoğunlukla iradedışı meydana gelirler. Ayrıca, akıl takdir merciidir, tasdik değil. Tasdik, kalbin işidir. Henüz kalbe gelmeyen ve akıl kazanında bulunan küfri düşünceler zarar vermez.
“Taakkul” de durum: Tarafsızlıktır. Dolayısıyla hayal, tasavvur, aklın fonksiyonu ile kalbin fonksiyonunu karıştırmamak gerekir.
Dipnot:
1- Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu,
Yeni Asya/15.12.2001.
05.09.2006
E-Posta:
[email protected] - [email protected].
|