Dünya 11 Eylül’ün yıldönümünde ‘dönen dolaplar’ı tartışırken, Türkiye’de ‘bir kısım medya’ “28 Şubat değirmeni”ne su taşıma telâşında. İşlenen menfur bir cinayet ve ‘katil’in de ortadan kaldırılması, cinayeti ‘çözülmesi zor’ bir hale getirdi.
Amerika’daki “İkiz Kule”leri hedef alan 11 Eylül saldırılarının (2001) kamuoyuna nasıl anlatıldığını bir düşünelim. Bir de sonraki günlerde/ aylarda ve hatta yıllarda ortaya çıkan gerçekleri hatırlayalım. Özetle, dünya kamuoyuna aktarılan bilgilerin büyük bir kısmının ‘yalan’ olduğu ve yanlış bilgilerin ‘kasıtlı’ şekilde anlatıldığı, yazıldığı ve çizildiği ortaya çıktı.
11 Eylül 2001’deki terör saldırısının ardından konuşan ABD Başkanı Bush, adeta dünyayı ‘iki’ye bölmüş ve “Ya yanımızdasınız, ya da siz de teröristsiniz” anlamına gelecek beyanlarda bulunmuştu. O tarihlerde, “Bu beyan ve açıklamalara ihtiyatla yaklaşalım” diyenlerin sözü ise hiç dinlenmemişti.
Aradan yıllar geçti ve 11 Eylül’ün büyük ölçüde başka maksatlar için planlandığı ve bütün dünyanın aldatıldığı ortaya çıktı. Tabiî bundan sonra başka bilgi, belge ve gerçeklerin de ortaya çıkacağını unutmayalım...
Ayrıca, Afganistan ve Irak’ın işgali esnasında gündeme taşınan konularla; aynı konuların bugün değerlendiriliş şekline de bakalım. Bütün bunlar, “komplo senaryoları”na hak vereren gelişmeler olarak tarih sayfalarındaki yerlerini aldılar.
Türkiye’nin büyük bedeller ödeyerek geride bıraktığı “28 Şubat süreci”ne de bu gözle bakmakta fayda var. Sürecin olgunlaşması için kullanılan ‘malzeme’lere ve ‘bir kısım medya’nın bu konuda üstlendiği ‘görev’i hatırlayalım. Öyle ki, hazırlanan ‘andıç’lar sebebiyle, aynı gazetelerin yazarları suçlanmış ve işsiz kalmıştı. (Meselâ, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Mehmet Barlas v.d.)
28 Şubat sürecinde yaşanan ‘andıç’ların ortaya çıkması sebebiyle; ‘bir kısım medya’nın bundan sonra aynı/benzer tuzaklara düşmeyeceğini düşünebilirdik. Ama ne yazık ki son günlerdeki yayınlara bakınca aynı tuzağa düşme ihtimalinden bahsetmek lâzım. Belki de daha çetrefilli bir tuzak!
İstanbul’un Fatih’inde yaşanan menfur cinayet sonrası bazı gazetelerin manşetlerine bakınca kendimizi İstanbul’a yabancı hissettik. Ya onların bahsettiği İstanbul, ya da 10 milyon insanın yaşadığı İstanbul farklı! Çarşamba semtini öyle bir vasıflandırıyorlar ki, duyan da başka bir ülkeden bahsedildiğini zannedecek. Çarşamba semtinin —İstanbul’un ya da başka illerin semtlerinden— ‘farklı’ tarafları vardır. Ama bu durum hem bu günün mes’elesi değil, hem de Türkiye’nin bilmediği, yabancı olduğu ya da rahatsız olduğu bir ‘farklılık’ değildir. Orada da, başka il, ilçe ya da semtlerde her türlü görüşe mensup olanlar bir arada huzurlu bir şekilde yaşamaktadırlar. “Başka din ve kültür”lerle bile bir arada yaşamak ‘zenginlik’ sayılırken, aynı din ve kültürün farklı tezarühü niçin dışlanmak ve suçlanmak ister?
Kişi ya da kişilerin kanun önünde suç addedilen başka faaliyet ya da ‘eylem’leri var ise, onun hal yeri de hukuk sistemi ve adalet mekanizmasıdır. Manşetlerle insanları ve toplulukları suçlu ilân etmek en başta ‘basın ahlâk ve kuralları’na aykırı değil midir?
Geçmiş 28 Şubat’lardan ibret almamışçasına yeni “28 Şubat’lar”a su taşıyan medyayı ibretle izlemek lazım. Ama unutmadan hatırlatalım: Taşıma su ile değirmen dönmez... İnşallah Türkiye’nin önünü kapamayı ve ufkunu karartmayı hedef alan her türlü oyun boşa çıkar.
11.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|