Mazisi savaşlar tarihi olan; dün Haçlı seferleriyle İslâm ülkeleri, hatta Roma’yı yağmalayan, kan gölüne çeviren, vahşi Batı ünvanına sahip, I. ve II. Dünya Savaşlarında yüz milyonlarca insanı katleden… Bugün, Filistin, Irak, Afganistan, Lübnan, Bosna gibi yerlerde vampirlerden beter kan döken; savaş teknolojisini üreten Batı terörist savaşçı olmuyor da… Kelime mânâsı sulh, barış, emniyet/selâmet olan İslâm ahlâkını alan bir Müslüman nasıl fundamentalist, terörist olabilir?
Ana ilkesi tevhid (birlik) olan bir dinin; ayrılığı, tefrikayı, zulmü, kavgayı hoş görmesi asla düşünülemez.1 Müslümanın kelime anlamı ise, kendinden emin olunan kişi demektir. Ne var ki, geçtiğimiz yıllarda Hıristiyanlık, hattâ Protestanlığın kavramı olan fundamentalizm, bugün ise, İslâm terörü bütün dünyada, İslâm hakkında gelişigüzel kullanılır oldu.
Buyurun Batı’da, Amerika’da insan önemli değildir. Araba insandan daha önemli. Dolayısıyla araba olmak daha iyi! New York şehrinde köpek olmak, insan olmaktan daha iyi. Zenginlerin köpeklerinin arkasında uşaklar altından yapılma pislik temizleyiciyle dolaşıyor. Köpeklerin özel ruh doktorları var. İnsanlar perişan. İnsanlık hâlâ Asya’da var. Amerika’da gördüğümüz sefaleti çok şükür Türkiye’de görmüyoruz.2 Bugün dünyayı saran şiddetin altında bilhassa Batı materyalizminin, insanlığı cinnete sürükleyen kartezyen ikiliğinin çok derin etkileri3 var.
“Karıncaya ayak basmayı, insanlara sert, haşin bakmayı, asık suratla karşılamayı, eziyet etmeyi; arkadan konuşmayı bile dehşetli günah ve gıybet” sayıp, sözlü şiddetten dahi men eden İslâmiyet, nasıl şiddetin kaynağı olabilir? Şu mantıklı yaklaşıma kim itiraz edebilir?
Aklı başında hiç kimse, İslâm dininden siyasî bir ideoloji üreten İslâmcılıkla, hele amaçlarına şiddet yoluyla ulaşmak isteyen totaliter İslâmcılıkla, temel düsturlarından biri ‘Dinde zorlama yoktur’ diyen İslâm dinini özdeşleştiremez. Nasıl ki, ondan üretilen totaliter ideolojiler, insanların özgür ve eşit yaşama ideali olan sosyalizm fikriyle özdeşleştirilemeyecek ise. Dinsel bağnazlık her yerde korkunç biçimlere bürünmüştür. Ama eğer şiddetin ölçüsü, derecesi de önemli ise, radikal İslâmcıların son yirmi yılda İran’da, Cezayir’de, Mısır’da, Sudan’da, Afganistan’da, Türkiye’de ve başka yerlerde işledikleri cinayetler, tarihte Hıristiyanlık adına yapılan katliamlar, sergilenen vahşet yanında çocuk oyuncağı gibi kalır... Ne din savaşları, ne Protestan katliâmları, ne Yahudi kıyımları ve soykırımı, ne de engizisyon İslâm’dan kaynaklandı.4
Cezayir’in İslâm Toplumu Hareketi lideri Mahfuz Nahnah, “İslâm topraklarının son zamanlarda bir takım İslâmî denen gruplar tarafından kana bulanmasına hangi faktörler sebep oluyor?” sorusuna, problemi teşhis eden gerçekçi, objektif bir cevap veriyor: Bunun birçok sebeplerinin başında cehalet ve İslâmı bilmemek yatıyor. Aynı derecede önemli bir başka sebebi ise bu ülkelerdeki siyasî liderlerin demokrasiyi bilmemesi, yani diktatörlük. Üçüncü sebep, millî gelirin kötü dağılımı. Bir yanda nimetler içinde yüzenler, diğer yanda sefalette bocalayanlar. Dördüncüsü hükümet ve rejimlerin hegemonyaya varan her şeyi kontrol etme tutkusu. Banka, televizyon, ordu, ekmek akla gelen her şey buna dahildir. Bütün bunlar halkı patlama noktasına getiriyor. Terörün objektif sebepleri bunlardır. Ama en önemli sebep cehalet ve İslâmı anlamamak. Bu tez tüm İslâm âlemi için de geçerli. İslâm sakaldan ibaret değildir. İslâm demokrasidir, değerlerdir, kardeşliktir, adalettir, ahlâktır, ilerlemektir.”5
Dipnotlar:
1. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz vd., Kur’ân’da Evrensel Hoşgörü, Nesil, İst., 1997 s. 10.; 2. Prof. Sinanoğlu, agg.; 3. Prof. Aydın, Zamansız Sözler, s. 32.; 4. Şahin Alpay, Milliyet, 3 Şubat 2000.; 5. Mahfûz Nahnah, Yeni Şafak, 9 Haziran 2000.
18.09.2006
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|