Özür dilemek, saygılar sunmak, teşekkür etmek gibi davranışlar, medenî insanlara mahsus davranışlardır. Sokakta yürürken kolumuza çarpan veya otobüse binerken ayağımıza basan bir insan “Özür dilerim, afedersiniz” gibi ifadelerle hatasını telâfi etmeye çalıştığı zaman, “Ne kadar medenî insan” diyerek bundan memnuniyet duyarız. Veya, ufak bir iyilik yaptığımız birisi “Teşekkür ederim” dediği zaman, “Ne kadar efendi bir adam” diyerek kendisini takdir ederiz. Ama öyle insanlar da vardır ki, sakarlığından dolayı kafanızı da yarsa, özür dilemek aklından geçmez. Aksine, “Orada kafanızın ne işi vardı” diyerek daha sizi suçlarlar. Bunlara da “Ne kadar kaba adam, medeniyetten nasibini almamış” diyerek yanından uzaklaşmak isteriz. Yani bir kusurlu davranış karşısında özür dilemeyi veya yapılan iyilik karşısında teşekkür etmeyi medenî olmanın bir ölçüsü olarak kabul ederiz.
Biz de yaşantımız ve davranışlarımızı bu ölçülere vurarak ne kadar medenî olduğumuzu anlayabiliriz. Kendisinden ufak bir iyilik gördüğümüz bir insana teşekkür ediyor olabiliriz. Bir arkadaşımıza karşı yaptığımız bir yanlıştan dolayı ondan hemen özür diliyor da olabiliriz. Ama bunlar gerçekten medenî olduğumuzu göstermek için yeterli veriler değildir.
Bizi yaratan, maddî ve manevî cihazlarla donatan, sayısız nimetler vererek yaşatan Rabbimize karşı ne kadar teşekkür ediyoruz? O’nun emir ve yasaklarına uymayıp, günah işlediğimiz zaman bundan pişmanlık duyarak özür diliyor muyuz? Bize bir bardak su ikram eden birisine minnet ve şükranlarımızı arz ederken, arzda ve semada bulunan sayısız nimetleri önümüze seren Cenâb-ı Hak’ka hakkıyla hamd ve şükür edebiliyor muyuz?
İşte asıl medeniyet ölçüsü budur. Gerçekten medenî olduğumuzu düşünüyorsak, yukarıdaki soruları kendimize soralım ve aldığımız cevaba göre ne kadar medenî olduğumuzu değerlendirelim.
Bize görmek için göz veren, gözümüz için de görülecek sayısız güzellikler yaratan Rabbimize teşekkür etmek aklımızdan geçmiyorsa, medenî bir insan olduğumuzu iddia etmenin bir anlamı olmayacaktır. Kanunî Sultan Süleyman, “Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi” diyor. Yani bir nefeslik sıhhatin, cihandaki saltanattan daha kıymetli olduğunu belirtiyor.
Öyleyse, bize vücudu ve sıhhati bahşeden Cenâb-ı Hak’ka karşı ne kadar büyük bir minnet borcu içinde olduğumuzu düşünüp, bu nimetlerin bedelini ödemeye çalışmak, medenî bir insan olmanın gereği değil midir?
Cenâb-Hak insanı, imtihan gereği olarak hata yapmaya meyilli bir fıtratta yarattığı gibi, yapılan hataların telâfi edilmesi için de tövbe kapısını açık bırakmıştır. İşlediği bir günahtan dolayı pişman olup samimiyetle af dileyen bir kulunu affedeceğini, hiç günah işlememiş gibi kabul edeceğini taahhüt etmiştir. Rahmeti gazabından fazla olduğu için, yıl içinde bir çok özel günler ve geceler tahsis ederek kullarını affetmek için fırsatlar yaratmıştır.
İçinde bulunduğumuz Üç Aylar böyle bir genel af ve fırsat aylarıdır. Üç Aylar içine serpiştirilmiş özel gün ve geceler ise, fırsat içinde fırsat, rahmet içinde rahmettir. Geçtiğimiz günlerde böyle özel günlerden birisi olan Berat Kandilini idrak ettik. Şimdiye kadar bir çok fırsatı kaçırmış olsak bile, işte Rabbimiz bize yeni fırsatlar nasip ediyor. Gelin medenî bir insan gibi davranarak, verilen nimetlere karşı şükredelim, işlediğimiz günahlardan dolayı da özür dileyerek kendimizi affettirmeye, Cenâb-ı Hak’kın rızasını kazanmaya çalışalım.
15.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|