Yoksulun biri asık suratlı bir ev sahibine gidip halinin kötülüğünden şikâyet etti, inledi. Kara yürekli adam ona ne para verdi, ne pul. Bilâkis kafa tutup öfkeyle bağırdı. Onun cefasıyla dilencinin kalbine kan çöktü. Gamlı gamlı başını kaldırdı:
“Tuhaf şey, dedi, hele zenginin surat asması niçin? Dilenmenin ıztırabından korkmuyor mu ki?”
Büsbütün kızan kısa görüşlü zengin, kölesine emir verip fakiri olanca hakaretlerle, kahırlarla kovdurdu.
İşittim: Allah’a şükretmediği için bir müddet sonra felek ondan yüz çevirdi. Büyüklüğü başına felâket getirmiş. Bedbahtlık onu sarımsak gibi çıplak bırakmıştı. Ne yükünü kurtarabildi, ne hayvanını. Allah’ın takdiri yoksullukla onun başına toprak saçtı. Hokkabaz gibi, kesesi ve eli bomboş kaldı. Baştan sona hali değişti.
Bu vak'anın üzerinden bir süre geçti.
Kölesi gönlü gür, tıyneti temiz bir cömerdin eline düşmüştü. Bu zıt, perişan halli bir fakiri görünce, mala kavuşan yoksullar gibi sevinirdi.
Bir akşamüstü bu cömert zatın kapısına bir adam gelip lokma istedi. Iztırap çeke çeke ayaklarının dermanı kesilmişti. Nazar sahibi olan cömert:
“Bu adamı memnun et” diye kölesine emir verdi. Fakat köle, yedikleri yemekten biraz götürdüğü zaman elinde olmayarak bir ün kopardı ve acı içinde efendisinin yanına döndü. Yanağındaki gözyaşları içinden geçenleri anlatıyordu. Mübarek huylu efendi sordu:
“Sana kim eziyet etti? Neye ağladın?”
Köle cevap verdi:
“Bu adamcağızın, başına gelenlerden gönlüm darmadağın oldu. Çünkü vaktiyle ben onun kölesiydim. O da mal, para ve imkân sahibiydi. Günün birinde eli nazdan itibardan kesildiği için şimdi kapı kapı el açıyor. ”
Efendi gülerek:
“Oğlum, diye cevap verdi. Bu ona cefa değildir. Zulüm kimseye zamanın değişmesinden gelmez. Bu adam, hani o ekşi suratlı, kibirden başı göklere değen tüccar değil miydi? Ben de işte onun o gün kapıdan kovduğu adamım. Feleğin dönüşü onu bugün benim durumuma getirdi. Bana da talihim gülümsedi, yüzümden gam tozunu sildi.
Allah eğer hikmetiyle bir kapıyı kaparsa, rahmetiyle başkasını açar. Nice azıksız fakirler doymuşlar ve nice zenginlerin, yolunda gidenlerin işleri alt üst olmuştur.”
Bu şekilde kapıları yüzlerine kapattığımız nice kalpler yıktık. Nice yoksulları görmezlikten geldik. İşte Sâdi bunları anlatır. Sahi bu hikâyede olduğu gibi, hiç düşünmeden ne kadar gönül yıkıp dağladığımızı? Şöyle bir düşünelim. Kimleri kovmadık ki kapılarımızdan. Nice gönülleri taşlarla tuzla buz ettik. Kapımızı çalan her ihtiyaç sahibine kaç kere güler yüz gösterip kaç kere aradık? Bu tür hikâyeler okuyup yahut dinleyince kendimizi hangi tarafa yakın hissediyoruz? Hangimiz zalim tüccar tipine daha yakın meselâ? Sahi bu kadar iyiysek, neden cömertlerin mumla arandığı acımasız bir asırda yaşıyoruz?
Mal vermeyerek imtihan ediyor da, verirken imtihan etmiyor mu Rabb’imiz? Yardımlaşmak en güzel ibadetlerdense, neden verirken titrer ki elimiz? Ve bu sebepten mi “Hayırlı işlerde acele edin” denilmiştir. Oysa, her an vazgeçeriz. Halbuki mal en büyük imtihan zenginin elinde.
Hani, “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir.” denilmişti. Kapı komşusunu dahi gören oldu mu bugünlerde? Yoksa siz de herkes gibi, “Yarın yaparım, eve gidince yapacağım” deyip yolda unutanlardan mısınız? Yoksa hiç üzerine almayıp hep suçlayanlardan mısınız?
“İki söz büyüdür” derler. Kaç kere iki söz söyleyerek bir gönlü hoş edip büyülediniz. Kaç ‘fakir’ gönle pansuman yaptınız. Kaç kere özür dilediniz hatalı olduğunuzu fark edip şöyle eğile eğile… Kaç kere… Kaç kere…
17.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|