Şimdilerde var mıdır, bilmiyorum; ama masal, ninni, bilmece ve benzeri sözlü kültür ürünleriyle büyüme açısından talihli olan bizden önceki kuşağın biraz kenarından talihi kapmış ilk talihsizler olarak, söz konusu kültür ürünlerinden az çok nasiplenebilenlerdeniz. Kulağa ilk ezanın okunuşuyla başlayan dünya maceramızın ilk eğitim ürünleri annemizin ninnileri oldu. Ki zayıflayan sözlü kültürün onca ürünleri arasında hâlen ayakta durabilen, yaşayan ve Türkçe’yi de içinde yaşatan ninnilerdir. Özellikle Anadolu’da ninnilerimiz anaların kalplerinden dillerine bir tereyağı tadında dimağlarda eriyen bir Türkçe ile arz-ı endam etmekte. Başka bir ifadeyle, en azından şimdiye kadar öyleydi; ancak bundan sonra ne olur; Türkiye gibi bir yerde belli bir tahminde bulunmak oldukça zor.
Efendim, habere göre analarımızın bizi tıngır mıngır sallarken söyledikleri ninniler yerine “çağdaş(!)” bir projeyle İngilizce ninniler seslendirilecekmiş. Proje öyle eften püften bir proje de değilmiş. Nitekim, Çukurova Üniversitesi Dış İlişkiler Birimi Başkanı Prof. Dr. Erbuğ Keskin’in “Ninni ile Dil Eğitimi Projesi” adı altında geliştirdiği projeye Avrupa Birliği’nden destek gelmiş (Yeniçağ, 15.09.2006). Tamı tamına da 320 bin avro gibi bir meblağ vermişler! Demek ki proje yararlı(!) Nasıl olmasın! Buna göre uykuları gelen bebekler CD’lerden İngilizce ninnileri dinleyecekler. Hâl böyle olunca, beşikten itibaren anadil yerine yabancı dil ikamesi daha kolay bir şekilde gerçekleşecek(miş). Yarın, eğitim anne karnında başlıyor, düşüncesiyle doğumdan önce bebeğe İngilizce şarkılar dinletme projesi gibi bir şey çıkarsa şaşırmamak lâzım.
Şaka bir yana; ne yapmaya çalışıyoruz Allah aşkına!? Bir yabancı dil öğretimi amacıyla olmadık yöntem ve projeler icat ediyoruz. Yabancı dil öğrenelim derken, kendi dilimizin köklerini de yok ediyor, düşünce melekelerimizin ana dinamiğini oluşturan dilimizi de etkisizleştiriyoruz. Söz gelimi, Türkçe’yi en güzel şekilde kullananlardan Yahya Kemal’in, “Türkçe ağzımda anamın ak sütü gibidir” sözünün gerçekliği neden anlaşılmıyor? Dil ve ana sütü özdeşleşmesinin neden yapıldığı üzerine hiç mi düşünülmüyor? Bir dilin tadı, tâ bebeklik döneminden başlamaz mı? Ana sütü ne kadar önemliyse, ana dili de o kadar önemli değil mi?
Sahi, “Besmeleyle uyanır / O nurla boyanır / Buna can mı dayanır? / Ninni yavruma ninni!” gibi ninnilerin yerine, İngilizce bir ninni ana dili Türkçe olan bir çocuk için ne ifade edecek? “Her çocuk/insan ana diliyle düşünür” hükmünün aksi bir hareket olmaz mı? “Aile fertleri kendi aralarında Türkçe konuşurken, çocuk İngilizce ninnilerle büyüyecek” gibi bir keşmekeşin ortaya çıkacağı hesaba katılmıyor mu?
Fazıl Hüsnü Dağlarca Türkçe’ye seslenirken, “Unutmuşum ana demesini bile / Öykünmüşüm türküsünü ellerin / Ağzıma bir kara düşmüş bağışla beni” derken, ne kadar haklı! Zira tarihî ve kültürel bağlardan kopmaz ninnilerimizin yerine, sözde yabancı dil öğretiminde İngilizce ninnilerin kullanılması bir kendini unutmuşluğun, geleceğini ipotek altına almışlığın ifadesidir. Geçmişini bilmemek, geleceğini dahi tasavvur edemeyip dil ile zihnî melekeler arasındaki bağı tâ bebeklikten koparmaya yeltenmek, olsa olsa Cengiz Aytmatov’un “Gün Uzar Yüzyıl Olur” romanında geçen Mankurtlaşma hadisesi ile anlatılabilir.
Analarımız, halâ “Ninni benim yavruma ninni / Ninni benim canıma ninni / Ninni benim gülüme ninni / Ninni güzel bebeğe ninni” diye naif sesleriyle çocuklarını Türkçe ile uyutadururken, temennimiz İngilizce ninni ile Türkçe’nin uyutulmamasıdır vesselâm…
17.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|