AKP hükümetinin ifade özgürlüğü konusunda TCK 301. madde kamburunu aşamadığı aşikâr. Bu maddeyi ihdas etmekle, Serdar Murat’ın tespitiyle AB yolunda “topuğa kurşun” vuruyor.
Bu madde mutlaka değişmeli. Düşünce özgürlüğü, insanî bir haktır. Muhalif söylem, demokrasinin varlığına delalet eder. Her görüşü kategorize edip, lehte ve aleyhte yorumlarla saldırıya maruz bırakmak, AB yolculuğumuza gölge düşürüyor.
Önce Hrant Dink dâvâsı, akabinde Orhan Pamuk ve en son Elif Şafak dâvâsı... Müdahil avukat ve grup aynı... Mahkeme önünde ve salonunda yaşanan izdiham, saldırgan pozisyonlar, şiddet eğiliminin tezahürü olan tepki biçimi ve televizyona yansıyan görüntüler, gerçekten ürkütücü.
Farz edin ki, yasal bir suç olması halinde, mahkemelerin görevi, oradaki tarafsızlık ve baskıdan uzak bir adalet makamında, tarafların karşılıklı, hukukî zeminde kalmaları vazgeçilmez bir olgudur.
Buna rağmen, ulusal güruhun ve provokasyona açık bu tür dâvâlar, beraberinde gerilimleri, kamplaşmaları ve kutuplaşma ile birlikte nefreti körüklemektedir. Demokrasiye inanmak, farklı fikirlere saygılı olmak ve herkesin hürriyetinin sağlandığı bir hür ortamın darbe aldığı böyle dâvâlar, Türkiye’nin uluslararası imajını karalamaktadır. İyi bir intiba vermemektedir.
Elif Şafak dâvâsı jet hızıyla, beraatla neticelendi. Elbette sevindirici bir gelişme. Ancak merkebi kaybedip sonra bulmanın mutluluğunu(!) yaşamak herhalde sevindirici olmasa gerek.
“Türklüğü aşağılamak” iddiası ile açılan dâvâ, tarifsiz, sübjektif ve ceza tanımının hukukî vasfını siyasî ve ideolojik bir yöne kaydırabilen nitelikte.
Elif Hanım, bizzat böyle bir niyetinin olmadığını, bilakis Türklüğü yücelttiğini ve komşularıyla iyi ilişkileri yansıttığını söylemektedir. Bu kadar alıngan, hakarete uğradığını söyleyen ve Türklüğü kendi tekelinde gören bir anlayışın “aşağılayıcı” dediği bütün unsurları topluma ve muhaliflerine yansıtmasına ne diyeceğiz?
“Türklüğü aşağılama” tabiri bile ırkçılık kokmaktadır. Ayrımcı bir ifadedir. Türkiye’deki diğer ırklara ve etnik alt kümelere yapılan hakaretleri güvence altına alan bir madde var mı? Şahsen böylesi bir güvenceden yana değilim. Medenî ve insan olmanın ırk düzeyinde tasnife ve ayrışmaya vesile olması, koruma ve birlik yerine daha da ayırıcı ve kışkırtıcı bir mahiyet kazanmaktadır.
Türklüğe hakareti kim nasıl algılayacak? Siyasî bloklaşmanın bu kadar keskinleştiği bir ülkede, tevilsiz söz söyleme lüksü var mı? Bu mümkün mü? “Aşağılamak” ifadesinin, Türklük kavramıyla anılmasını bile doğru bulmuyorum.
Üstelik bu ülkenin vatandaşları neden kendilerini aşağılasın? Eleştiri, tavsiye, görüş, kıyas, alternatif düşünce, yanlışlar ve yaşanmışlar söylendiği zaman, her zaman ve zeminde—konu ayırımı yapmaksızın söylüyorum—aşağılanma ve alınganlık gibi yorumlanırsa, bunlara kast edilenin dışında bir mânâ yüklenirse, bundan neden yazar veya düşünce insanı sorumlu tutulsun?
Bediüzzaman, “Mütekellim fehme gelen her mânâdan dolayı, muaheze olunmaz” görüşüyle, doğru anlamlandırmanın, beyan sahibinin hukuku açısından önemli olduğuna işaret eder.
“Türklüğü aşağılamak,” Elif Şafak’ın tabiri ile muğlaklığını koruyor. Beraat etmesi olumlu bir gelişme, ancak bu dâvânın açılmış olması bile demokrasimizin kusurudur. Siyasî basiretin dar ufkudur. Böyle bir madde önümüzde durdukça; bu, kamuoyunu etkileyecek çatışmalara fırsat verecektir.
Meclis, AB’ye uyum yasalarını görüşüyorken, TCK’nın 216. ve 301. maddelerini tashih etmelidir. Yorum ve içtihatla, anlayışın değişmesini beklemek yerine, yasayı değiştirmek daha kolay ve inandırıcı bir niyeti yansıtır.
Rahat olalım. “Elif okuduk ötürü”den dolayı kimsenin Türklüğü zarar görmez. Fikir hürriyetine alışalım. “Elif”ten sonra be, te, se, cim... devam edip gidecek. Haydi Bismillah.
22.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|