İslâm orduları İran sınırlarına dayandığında Kisra Yezducurd, Çin kralından yardım istemişti. Çin kralı gelen elçiye bir kısım sorular sordu. İlk sorusu şuydu:
“Onlar sözlerinde dururlar mı?”
Buna “Evet” cevabını almıştı.
“Kendilerine helâl kılınanı haram, haram kılınanı da helâl sayıyorlar mı?”
“Hayır?”
“Bu millet haramı helâl, helâlı haram yapmadıkça asla mağlûp olmaz.”
Sonra da Yezducurd’a yazdığı mektupla bir ucu Çin’de, bir ucu Merv’de bir ordu göndermeme hiçbir engel yok. Elçinizin anlattığına bakılırsa bu ordu dağları dahi yerinden söküp atar, beni dahi yerimden oynatırlar.”
Çin kralı Kisraya yapılabilecek en doğru hareketin onlarla anlaşmak olduğunu, onlar dokunmadıkça dokunulmaması gerektiğini tavsiye ediyordu.
Daha dün bizzat kendi ifadeleriyle aşağılık bir hayat yaşayan bu insanlar ne olmuştu da kısa bir zamanda dünyanın dört bir yanına kol kanat sarmış, fetihten fethe koşmuşlardı? O nasıl bir ruhtu ki dünyanın en güçlü devletleri onların önünde dize geliyor, korkup titriyorlardı?
Evet, onlar her şeyin dizginleri elinde olan Allah’a bütün gönülleriyle inanmış, bağlanmış, onun emirlerine uymayı hayatlarının gayesi edinmişlerdi. “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir” sırrınca onlar o güçlü imanlarıyla kâinata meydan okuyabiliyorlardı.
İşte bu ruh, bu inanç devam ettiği müddetçe onlar köşe bucak koşmuşlar, Allah’a boyun büken bu insanlar karşısında her şey boyun bükmüştü.
Bütün mesele bu ruhu her zaman, her devirde canlı tutabilmektir.
22.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|