Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onlara şu kasaba halkını misâl ver ki, kendilerine elçiler gelmişti. Biz o topluluğa iki elçi göndermiştik; onlar ikisini de yalanlamışlardı.

Yâsin Sûresi: 13-14

22.09.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim her gece Yâsin Sûresini okursa küçük günahları bağışlanır.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3727

22.09.2006


Tarikatlardaki zikrin verdiği teselli

—Dünden devam—

İkinci Telvih

Bu seyr ü sülûk-i kalbînin ve hareket-i ruhaniyenin miftahları ve vesileleri, zikr-i İlâhî ve tefekkürdür. Bu zikir ve fikrin mehâsini tâdâd ile bitmez. Hadsiz fevâid-i uhreviyeden ve kemâlât-ı insaniyeden kat-ı nazar, yalnız şu dağdağalı hayat-ı dünyeviyeye ait cüz’î bir faydası şudur ki:

Her insan, hayatın dağdağasından ve ağır tekâlifinden bir derece kurtulmak ve teneffüs etmek için, herhâlde bir teselli ister, bir zevki arar ve vahşeti izale edecek bir ünsiyeti taharri eder. Medeniyet-i insaniye neticesindeki içtimâât-ı ünsiyetkârâne, on insanda bir ikisine muvakkat olarak, belki gafletkârâne ve sarhoşçasına bir ünsiyet ve bir ülfet ve bir teselli verir. Fakat yüzde sekseni ya dağlarda, derelerde münferit yaşıyor, ya derd-i maişet onu ücrâ köşelere sevk ediyor, ya musibetler ve ihtiyarlık gibi âhireti düşündüren vasıtalar cihetiyle insanların cemaatlerinden gelen ünsiyetten mahrumdurlar. O hâl onlara ünsiyet verip tesellî etmez.

İşte böylelerin hakikî tesellisi ve ciddî ünsiyeti ve tatlı zevki, zikir ve fikir vasıtasıyla kalbi işletmek, o ücrâ köşelerde, o vahşetli dağ ve sıkıntılı derelerde kalbine müteveccih olup Allah diyerek kalbiyle ünsiyet edip, o ünsiyetle, etrafında vahşetle ona bakan eşyayı ünsiyetkârâne tebessüm vaziyetinde düşünüp, “Zikrettiğim Hâlıkımın hadsiz ibâdı her tarafta bulunduğu gibi, bu vahşetgâhımda da çokturlar. Ben yalnız değilim; tevahhuş mânâsızdır” diyerek, imanlı bir hayattan ünsiyetli bir zevk alır. Saadet-i hayatiye mânâsını anlar, Allah’a şükreder.

Mektubât, s. 431

—Devam edecek—

Lügatçe:

seyr ü sülûk-i kalbî: Kalben ve mânen bir terbiye yoluna girip devam etme.

hareket-i ruhaniye: Ruh hareketi.

zikr-i İlâhî: Allah’ı zikretme, anma.

mehâsin: Güzellikler, iyilikler.

fevâid-i uhreviye: Ahirete yönelik faydalar.

kemâlât-ı insaniye: İnsana ait mükemmellikler, olgunluklar.

kat-ı nazar: Dikkate almamak.

hayat-ı dünyeviye: Dünya hayatı.

ünsiyet: Alışkanlık, dostluk, ahbaplık, yakınlık.

taharri: Araştırma.

içtimâât-ı ünsiyetkârâne: Toplu alışkanlıklar.

gafletkârâne: Dikkatsizce, vurdumduymaz bir şekilde.

ünsiyetkârâne: Cana yakın bir şekilde, hoşa gidercesine.

vahşetgâh: Korku ve vahşet yeri.

tevahhuş: Korkma, ürkme, vahşete düşme.

saadet-i hayatiye: Hayattaki mutluluk.

Bediüzzaman Said NURSİ

22.09.2006


SORULARLA RİSALE-İ NUR

İman ile İslâm

Soru: İman ile İslâm arasındaki fark nedir?

Ulema-i İslâm ortasında “İslâm” ve “iman”ın farkları çok medar-ı bahis olmuş. Bir kısmı “İkisi birdir,” diğer kısmı “İkisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz” demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:

İslâmiyet iltizamdır; iman iz’andır. Tabir-i diğerle, İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir.

Eskide bazı dinsizleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette Hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı; “dinsiz bir Müslüman” denilirdi. Sonra bazı mü’minleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; “gayr-ı müslim bir mü’min” tabirine mazhar oluyorlar.

Acaba İslâmiyetsiz iman, medar-ı necat olabilir mi?

Elcevap: İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz. Felillâhi’l-hamdü ve’l-minne Kur’ân’ın i’câz-ı mânevîsinin feyziyle, Risâle-i Nur mizanları, din-i İslâmın ve hakaik-i Kur’âniyenin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermişlerdir ki, dinsiz dahi onları anlasa, taraftar olmamak kabil değil. Hem iman ve İslâmın delil ve bürhanlarını o derece kuvvetli göstermişlerdir ki, gayr-ı müslim dahi anlasa, herhalde tasdik edecektir; gayr-ı müslim kaldığı halde iman eder.

Evet, Sözler, tûbâ-i Cennetin meyveleri gibi tatlı ve güzel olan iman ve İslâmiyetin meyvelerini ve saadet-i dâreynin mehâsini gibi hoş ve şirin öyle neticelerini göstermişler ki, görenlere ve tanıyanlara nihayetsiz bir tarafgirlik ve iltizam ve teslim hissini verir. Ve silsile-i mevcudat gibi kuvvetli ve zerrat gibi kesretli iman ve İslâmın bürhanlarını göstermişler ki, nihayetsiz bir iz’an ve kuvvet-i iman verirler. Hattâ, bazı defa Evrâd-ı Şah-ı Nakşibendîde şehadet getirdiğim vakit, “Bu iman üzere yaşar, bu imanla ölür, bu imanla diriliriz” dediğim zaman nihayetsiz bir tarafgirlik hissediyorum. Eğer bütün dünya bana verilse, bir hakikat-i imaniyeyi feda edemiyorum. Bir hakikatin bir dakika aksini farz etmek bana gayet elîm geliyor. Bütün dünya benim olsa, birtek hakaik-i imaniyenin vücut bulmasına bilâtereddüt vermesine nefsim itaat ediyor.

“Peygamber olarak gönderdiğin kim varsa iman ettik; kitap olarak indirdiğin ne varsa iman ettik; ve bütün bunları tasdik ettik” dediğim vakit, nihayetsiz bir kuvvet-i iman hissediyorum. Hakaik-i imaniyenin herbirisinin aksini aklen muhal telâkki ediyorum. Ehl-i dalâleti nihayetsiz ebleh ve divane görüyorum.

Mektûbât, s. 38

Lügatçe:

iltizam: Kendisi için gerekli görme. Birinin tarafını tutma, tarafgirlik.

iz’an: Basiret, feraset, anlayış, kavrayış. İnanç, gönülden yönelme, gönülden inanma.

inkıyad: Boyun eğme, baş eğme. Bağlanma, kendini teslim etme, kayıt altına girme.

ahkâm-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın hükümleri.

medar-ı necat: Kurtuluş vesîlesi.

sebeb-i necat: Kurtuluş sebebi.

Felillâhi’l-hamdü ve’l-minne: Allah’a hamd ve şükürler olsun.

i’câz-ı mânevî: Manevî mucizelik.

22.09.2006


“Onları örterek ateşten koru!”

Nakl-i sahihle Hazret-i Abbas'tan haber veriyorlar ki:

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Abbas ve dört oğlunu (Abdullah, Ubeydullah, Fazl, Kusem) beraber, "mülâet" denilen bir perde altına alarak üzerlerine örttü. Dedi: "Yâ Rabbi! Bu benim amcamdır ve babam hükmündedir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Ben abâmla onların üzerlerini örttüğüm gibi, sen de onları örterek ateşten koru" deyip duâ etti. Birden, evin damı ve kapısı ve duvarları "Âmin, âmin" diyerek duâya iştirak ettiler.

Mektubat, s. 134

22.09.2006


Münâcâtü'l-Kur’ân

MÜ’MİNÛN:

1. Ey dirilten ve öldüren, gece ve gündüzün birbirini tâkip etmesi Kendi emrine bağlı olan ve kullarından düşünmelerini isteyen! (80)

2. Mülkün hakikî sahibi olan Allah ne yücedir! Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O, hayır ve bereket hazinesi olan Arşın Rabbidir. (116)

3. Yâ Rabbi! Bağışla, merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın! (118)

22.09.2006


Risâle-i Nur’daki kuvvet-i Kur’âniye

Evet, Risâle-i Nur’daki hakaik-ı Kur’âniye öyle bir kuvvettir ki, bu kudret karşısında küfr-ü mutlakın ve dinsizliğin temelleri târ ü mâr olacak, inhidam çukurlarına yuvarlanarak geberecektir. Bakî kalanlar, imân ve Kur’ân nuruyla felâh ve necât bulacaklardır. Evet, dağları, taşları pamuk gibi dağıtacak, demir ve granitleri yağ gibi eritecek derecede olan bu kuvvet-i Kur’âniye, dünyayı nur ve saadete gark edecek. Bu Nur-u Kur’ân, imânların kurtuluşunda dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır.

22.09.2006


Esîr maddesi

Madde-i esîriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir. “Arşı su üzerindeydi” (Hud Sûresi: 7.) âyeti, şu madde-i esiriyeye işarettir ki, Cenâb-ı Hakkın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra, Saniin ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esiri halk ettikten sonra, cevahir-i ferde kalb etmiştir. Sonra bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardandır. İşârâtü’l-İ’câz, s. 238

***

..Sâni-i Zülcelâlin gayet lâtif, nâzenin, mutî, musahhar bir sahife-i icraatı ve emirlerinin bir vasıta-i nakliyâtı ve zayıf bir perde-i tasarrufâtı ve lâtif bir midâd-ı (mürekkep) kitabeti ve en nâzenin bir hulle-i îcâdâtı ve bir mâye-i masnuatı ve bir mezraa-i hububatı olan esîr maddesi... Lem’alar, s. 336

22.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004