Giderek artan işaretler, birilerinin ülkeyi yeniden 28 Şubat benzeri, hattâ daha ağır bir ortama sokmak istediğini gösteriyor.
Hedef hem AB sürecinde gerçekleşen kısmî demokratikleşme reformlarını dondurup eski düzene dönülmesini sağlamak, hem bir ölçüde tavsayan 28 Şubat’ı tekrar canlandırmak, hem de on yılını doldurmak üzere olan bu süreçte başarılamayanları tamamlamak.
Sezer’in “dogma ve boş inançları öğretmek”le suçladığı okul ve kursların kapatılmasını isteyen mesajı, son şıkka ilginç bir örnek.
Anlaşılan, 28 Şubat’ta imam hatiplerin orta kısımlarıyla çok sayıda Kur’ân kursunun kapatılmış olması, Sezer’i “kesmemiş” olmalı.
Üniversite açılışlarında rektörlerce verilmeye başlanan “irtica” mesajları da, konunun önceden yapılmış bir görev dağılımına uygun şekilde paslaşarak devam ettirilmek istendiğini düşündürüyor.
Aslında Yargıtay Başkanının da adlî yıl açış konuşmasında buna uygun sözler söylemesi bekleniyor olmalıydı.
Ama Osman Arslan tam tersini yapıp, laikliğin tanımsız ve belirterek, cumhuriyete bağlı dindarları suçlamanın yanlış olduğunu ifade ederek işi “bozdu.”
Onun için de günlerce boy hedefi yapıldı.
Şimdi, oradaki “mevzi kaybı”nın, yargı cenahındaki başka atraksiyonlarla telâfisine çalışıldığını akla getiren bazı gelişmeler oluyor.
Danıştay Başsavcılığı seçiminden çıkan sonuç, bunlardan biri. Gelecek yıl Yargıtay Başsavcılığına da “zehir gibi” birini seçtirmenin hazırlıkları herhalde şimdiden başlamıştır.
Yeni cumhurbaşkanıyla yeni Meclisin seçileceği 2007 yılında gelişmeleri kendi hesaplarına uygun şekilde yönlendirmek isteyen statüko cephesinin, çok önceden başlattığı çok yönlü tahkimatı her cihetiyle yoğunlaştırarak tam gaz sürdürdüğü açıkça görülüyor.
Eski ve yeni Genelkurmay Başkanlarının irticaya vurgu yapan mesajlarıyla, Büyükanıt’ın konuşmalarının “sert başlangıç” şeklinde duyurulması, hattâ hızını alamayan bazı gazetelerin bu beyanları “Yakarım, yıkarım” gibi manşetlerle yansıtması da, sahneye konulmak istenen oyunun bir parçası olsa gerek.
Açıkça belli ki, eski bir film yine vizyonda.
Ancak bu filmin artık eskiden olduğu gibi iş görmesi pek o kadar kolay görünmüyor.
Bir defa, AB sürecinde alınan mesafe, Türkiye'nin yeni bir 28 Şubat tüneline sürüklenmesini ciddî anlamda zorlaştırıyor. AB’nin, özellikle asker-sivil ilişkilerinde demokratik standartlara uymamız noktasındaki ısrarlı takibini sürdürdüğü bir ortamda, askerin başı çektiği yeni bir postmodern müdahale sürecinin başlatılması söz konusu olabilir mi?
İç kamuoyunda da hava farklı. Bilhassa dışarıya açılmanın daha kârlı olduğunu keşfeden sermaye kesimi, ülkenin tekrar içe kapanmasına yol açabilecek tavırlara artık soğuk.
Toplumda demokrasi, hak ve özgürlükler noktasında daha güçlü bir duyarlılık da oluşmaya başladı. Bunun kararlı bir “hakkını savunma” refleksini sonuç vermesi, emrivaki ve dayatmaların başarı şansını iyice azaltabilir.
Umarız, dayatmacılar bunu bir an önce fark ederler de, boşuna yeni sıkıntılar yaşatmazlar.
23.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|