Nihayet bir kez daha, “Hoşgeldin ya şehr-i Ramazan” türünden mahyaların yakıldığı on bir ayın sultanı Ramazan ayına yetişme fırsatı bulduk. İnşallah mahyaların ışıl ışıl parladığı gibi, kalbimizde tutuşan iman da parıldar. Her şeyin O’na şuurlu bir şekilde yöneldiği bu aya erişmek; iman, ibadet ve tefekkür açısından ne büyük saadet! Özellikle tefekkür açısından insana tatlı bir huzur verdiğini, ibadete başka bir letâfet kattığını belirtmek lâzım.
Her ne kadar henüz “gün görmüş” kafilesinin sonlarından bir yerlerde olsak da bu hayatın caddelerinde, Ramazan ayı bize geçmiş-gelecek ve an arasında ciddi bağlar kuracak naif bir hayalî gezinti sağlıyor. Meselâ Hicrî takvim özelliğinden dolayı Ramazan ayının her yılda, bir önceki yılın tarihinden on gün evvel idrak edilmesi, beni türlü tefekkür ufuklarında gezdiriyor.
Takvimler 23 Eylül’ü gösteriyor. Ekinoks denilen gece ve gündüz eşitliğinin eşiğindeyiz. Ramazan ayı bu yıldan itibaren gündüzün daha uzun olduğu zaman diliminde arz-ı endam etmeye hazırlanıyor. Gündüzün uzun ve sonra kısa, yine uzun olduğu zamanlarda karşıladığım Ramazanları daha dün gibi hatırlıyorum. Bu döngü, bir bakıma Ramazan ayının, yılın her ayını taçlandırdığı hissini veriyor bana. Evet, günlerin kısa olduğu Ramazan aylarını hep birlikte idrak ettik. Şimdi de Ramazan ayı günlerin uzun olduğu takvim yapraklarına adım adım yol alıyor. Bu, bana, hangi şartta olursa olsun, insanoğlunun ibadeti yapıp yapmama iradesini ne derece göstereceğini tecrübe açısından mihenk taşı gibi geliyor.
Bununla birlikte, hemen her şeyin kâinatta döndüğünün simgesi olan Mevlevîliğin semahına benzer tatlı bir dönüşün zaman üzerinde de gerçekleştiğinin apaçık göstergesi gibi geliyor, Ramazan’ın hemen her ayda idrak edilişi. Ramazan, âdeta Allah için hemen her ayın üzerinde Hüma kuşu gibi gezinip onu bir Zümrüd-ü Anka misâli güzelleştirerek rahmeti zamanın her köşesine serpiştiriyor. Ramazan dönüyor, Ramazan’la birlikte biz de dönüyoruz günlerin, haftaların, ayların, mevsimlerin ve yılların izinde…
Dönerken çocukluğumuz, gençliğimiz, yetişkinliğimiz, ihtiyarlığımız ve belki de ölümümüz dahi İlâhî bir raksa tutuşurcasına etrafımızda dönüyor. Hâl böyle olunca, bir dost sohbetinde “Yahu, daha dün gibi hatırlıyoruz Ramazan’ın uzun günlerde tutulduğu anları. Yılar ne çabuk geçiyor!” türünden içli söyleyişleri duydukça, aslında yılların geçmediğini, döndüğünü diyesim geliyor. Doğrusal bir zamandan çok, döngüsel bir zamanın varlığı beni “O’ndan geldik, O’na gideceğiz” hakikatine doğru götürüyor.
Bütün bunlar bir yana; bu düşünceler bizi insanın ne kadar âciz, fakir ve merhamete muhtaç bir yolcu olduğunu gösterir kanısındayım. Ramazan’a kadar belki de hesapsız ve şuursuzca tükettiğimiz nimetlerin esas sahibi olmadığımızı ve merhamete ne kadar muhtaç olduğumuzu idrak etmek, sözünü ettiğim dönüşte yer alan bir yolcu olduğumuzu daha çok hatırlatır bize. İşte bu yolculuğu, zamanın belli dilimlerinde mümkün olan en kısa zamanda çok faydalı bir şekilde geçirmenin vasıtalarından birisi de Ramazan’dır.
Hayırlı işlere mükâfatın bire bin verildiği Ramazan’ın İslâm âlemine hayırlı olması dileğiyle…
24.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|