IHH’nın davetlisi olarak ülkemize gelen Keşmir eski Cumhurbaşkanı Serdar Abdulkayyum, depreme katkıları nedeniyle Türk halkına şükranlarını sundu. Ayrıca Türk entelijansiyasıyla hasbihal etmek istemiş. Bu münasebetle kendisini dinledik. Papa’nın sözleri sohbetin eksenine damgasını vurdu. Sohbetin ana mihveri döndü dolaştı yine diyalog meselesine geldi.
Serdar Abdulkayyum diyalog meselesi üzerinden Türk halkının kutuplaşmasına, ikiye ayrılmasına veya sürtüşmesine bir anlam veremiyordu. Galiba, Türk halkının diyalog üzerinden kutuplaşmasının nedeni, birileri tarafından bu süreç veya süreçlerin manipüle ediliyor olmasıdır. Serdar Abdulkayyum diyaloğa karşı çıkmanın konuşmaya karşı çıkmak olduğunu, zira İngilizce anladığı kadarıyla diyaloğun mücerret konuşma dışında bir şey olmadığını söyledi. Gerçekten de, sadece Türk toplumu içinde değil neredeyse Abdulkayyum’un huzurunda da seçkin bir topluluk arasında bile bir diyalog kutuplaşması yaşanıyordu.
Abdulkayyum, İsviçreli teolog Hans Küng gibi birçok çatışma nedenlerini saydıktan sonra bunların en önemlisinin dini çatışma alanı olduğunu ve bu alanda diyalog olmazsa çatışmanın kaçınılmaz olacağını ve bundan da bütün tarafların zarar göreceğini beyan etti. Bu fitne ateşi yaş kuru bırakmaz hepsini yakar. Bu itibarla, diyalog konusunda Türkiye’de bir anlam kayması olduğuna işaret etti. Diyalog kelimesinin reconciliation (uzlaşma) veya compromise yerine kullanıldığını hissettiğini ifade etti. Halbuki dinler arasında tasavvur edildiği gibi al gülüm ver gülüm şeklinde bir pazarlık olamayacağı açıktır; olsa olsa karşılıklı görüşmeler çerçevesinde uyumu bozan bazı yanlış anlamaların önüne geçilebilir.
Sohbetteki bazıları da zaten dinlerarası diyalogdan maksadın mensupları ve müntesipleri arasında diyalog anlamına geldiğine işaret ettiler. Liseler arası yarışmanın liseliler arası yarışma olması gibi. Kur’ân’da ‘ves’eli’l karye’ yani köye sor ifadesinde olduğu gibi. Elbetteki dinler arasında eksiltme ve artırma şeklinde bir pazarlık düşünülemez. Bu mânâda mekanik bir uzlaşma da merduttur.
***
Toplantıda bazıları yine diyaloğu dinin ilke ve umdeleri düzeyinde bir uzlaşma şeklinde tasavvur ederek bu diyalog anlayışının sonucunda Ekber Şah’ın Din-i ilahisi gibi eklektik ve üçüncü bir dinin ortaya çıkmasına götüreceğini tasavvur ettiler. Aslında, zorlama ile yapılan eklektik dinlerin ömrü uzun olmamıştır. Aguste Compt’un din-i tabiisi veya Ekber Şah’ın din-i ilahisi uzun ömürlü olmamıştır. Din-i ilahi, Hıristiyanlık, Yahudilik, Hinduizm ve İslâmın bir bileşkesi gibiydi. Tutmamıştır. Ama Sihler gibi bazı eklektik anlayışlar tutmuştur. Ama o anlayışların zorlama ile alakası olmamıştır. Tabiii bir akışın sonucu gelişmiştir. Endonezya’da da Pançasila böyle dinlar arası bir uzlaşma doktrin idi ve bugün itibarıyla yürürlükten kalkmıştır. Pakistan’da bize göre daha keskin dini kavgalar yaşansa bile diyalog üzerine kavga yapan tek ülkenin bizim ülkemiz olması Abdulkayyum’u bile şaşırtmış olmalıdır. Serdar Abdulkayyum gerçekten de dünya ahvalini iyi özetleyen bir şekilde bir ararada yaşama modellerini geliştirmemiz gereğinden sözetti. Buna dair birçok ülkede enstitülerin kurulduğuna dikkat çekti. Diyaloğun medeni olmanın da bir tezahürü olduğuna işaret etti. Ve diyaloğun en önemli gerekçesi de birarada yaşamak zorunda oluşumuzdur. Bunun dışındaki arayışların dünya barışına en ufak bir katkısı dahi olmayacaktır. Kendini koruma refleksiyle dünyayı ateşe atmaktır.
Aslında Papa’ya yönelik Müslümanların öfkesinin altında, diyaloga yanaşması değil aksine diyalogdan kaçmış olması yatmaktadır. Fiilen de bunu ortaya koymuştur. Bugün dünyanın geldiği noktada yapılması gereken çoğulculuk anlayışının benimsenmesidir. Murad-ı ilahi de budur. Çoğulculuk içinde keskinlik izale edilecek ve bu, birlikte yaşamın da zemini olacak. Ve çoğulculuğun nihai hedefi de çokluk içinde barış ve birliğin sağlanmasıdır.
***
Müslümanlar açısından diyaloğun iki ayağı var. Bunlardan birisi litearafu sırrıdır. Yani tanış olmaktır. Yunus bunu şöyle formüle etmiş: “Gelin tanış olalım, İşi kolay kılalım, Sevelim sevilelim, Dünya kimseye kalmaz...” Dolayısıyla diyalog hem tanışma hem tebliğdir. Kur’ân, Ehl-i kitabı ortak bir söze ve noktaya davet ediyor. Peki Hıristiyanları diyalog olmadan Kur’ân’ın istediği ortak noktaya onları hangi araçla ve nasıl çağıracağız? Kur’ân onları diyalog yoluyla ortak bir zemine çağırıyor. Bunun dışına çıkmak, Kur’ân’ı aşan bir dindarlıktır ve bunun sağlıklı bir dindarlık olmayacağı da izahtan varestedir.
24.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|