Her coğrafyanın bir kaderi olduğu gibi, her ülkenin de şehrin de insanın da velhasıl canlı cansız herşeyin kaderi var. Bazıları kaderden kaçayım derken aksine kader sağanağına yakalanır. Özellikle de hilekârlar. ABD'de yeni bir imparatorluk kurayım derken 11 Eylül’le birlikte imparatorluğuna veda etme maratonuyla karşı karşıya kaldı. Mısırlıların dediği gibi: Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da var. Yahut ‘Yanlış hesap Bağdat’tan döner.’ Bugün de öyle oldu.
Hile ve kaba kuvvetin karışımı bu gerçek şer imparatorluğu artık nefes almakta zorlanıyor. Ve de gerçek güçlere değil, hayalî güçlere yeniliyor. Irak’ta direnişçilerin bir karargâhı ve adresi yok, ama haftada düzinelerce Amerikan askeri ölüyor. Afganistan’da Taliban silindi, karargâhı yok, ama NATO da sonunda bu ülkede ABD’yi yüzüstü Taliban’la karşı karşıya bıraktı. ABD’nin hattı müdafaasına karşı sathı müdafaa var.
Sadece yenilen ABD değil, aynı zamanda müttefikleri de. 11 Eylül gerçekte bir milattı. ABD’nin çöküşünün miladı. Dünya tarihinde bu 5 yıl belki de yüzlerce yıla bedel bir dönem. 5 yılda ABD şanlı bir mazisini kaybetti. 2003 yılında direniş başladığında Vietnam-Irak mukayesesi yapılıyordu ve neoconlar ısrarla bunun doğru olmadığını söylüyordu. Vietnam Irak’a benzemiyordu. Ormanlık değil, çöldü. Arkasında Çin gibi lojistik destek verebilecek ülkeler yoktu. Ama Hz. Davud’un sapanla Calut’a galip geldiği gibi çakar almaz silâhlar veya canlı bombalar koskocaman devasa bir silâh tersanesine galip geldi. ABD, Irak ve Afganistan’da darbe üstüne darbe alırken İsrail de Lübnan’da yenildi. Serçe kartala, kuzu kurda galip geldi. 11 Eylül’ün beşinci yılında Kaide ile Irak arasında bağlantı olmadığını Kongre raporları teyid etti. Baştan beri belliydi. Asıl araştırılması gereken Kaide ile ABD bağlantısı olmalıydı. 11 Eylül’ün bir yüzünde hile, diğer yüzünde ise kibir vardı. İkisi de yere serildi. İsrail halkı Olmert’e göre ‘düşman’ Nasrallah’ı daha güvenilir bulurken Amerikan halkının üçte birisi de 11 Eylül’ü bir Amerikan komplosu olarak görüyor. Nereden nereye? Herşey 1991 yılında başlamıştı. Saddam Kuveyt’ten sürülmüş ve SSCB ve demirperde pes etmişti.
***
Wolfowitz gibiler Bağdat kapılarının ardına kadar açık olduğunu ve baba Bush’un bu yoldan gitmesini salık veriyorlardı. Baba Bush ‘Bundan fazlasını yapamam’ dedi ve bu plan rafa kaldırıldı. 11 Eylül’den sonra aynı ekip tarafından indirildi. Aradaki 10 yıl ABD imparatorluğunun yükselişi veya düşüşü arasındaki ara devre idi. Bu durgunluk devrini 11 Eylül ve işgaller izledi. Soğuk Savaşın galipleri artık İslâma karşı nihaî bir zafer için komuta kademesinin başına geçmişlerdi.
John Galvin gibiler Soğuk Savaşın bitimiyle birlikte 1300 yıllık aslı meseleye yeniden dönüldüğünü söylüyorlardı. Thomas Friedman İslâmî hareketlere karşı Üçüncü Dünya Savaşını başlatmıştı bile. Woolsey’e göre Soğuk Savaşın galibiyetinden sonra bu, onun mükâfatı olarak dördüncü bir dünya savaşı idi. MOSSAD eski Başkanı Efraim Halevy de bu koroya katılarak Üçüncü Dünya Savaşının başladığına dair gong çaldı. Habermas’a göre 11 Eylül Birinci Dünya Savaşının başlangıcına nazire bir olaydı.
Belki kalplerindeki daha da büyüktü. Fakat beklemedikleri bir dönüm noktası oldu. 11 Eylül itila ve ikbal devri olacakken aksine ABD’nin yıkılma devrinin başlangıcını teşkil etti. ABD 11 Eylül’le birlikte dördüncü ve son yani çöküş merhalesine de girmiş oldu. 5 yıl sonra artık Bush ‘Görevimiz bitti’ yerine Irak’ta çekilmenin mahzurlarından bahseder haldedir. ABD her şeyini kaybetti. Bush önce kendi kamuoyunu yitirdi. Ortağı Blair yolun sonuna geldi. Bir saray darbesiyle yıkılacağı günü bekliyor. Ardından, ABD ‘kalpleri ve akılları kazanma savaşı’nda İslâm dünyasıyla birlikte dünyanın genelini kaybetti. Daily Telegraph’a yazan Ahmed Rashid’e göre bazı Amerikalı diplomatlar, Müslüman dünyasında, Amerika’nın imajını tersine çevirmenin bir ya da iki nesil alacağını tahmin ediyor.
Tahribat bu kadar büyük. Bununla kalmadı el Kaide gibi hayalî tarafı ağır basan, şer mimarı neocon ekip de darmadağın oldu. Rumsfeld hâlâ 1 Mart tezkeresinin şaşkınlığını üzerinden atamamış. Hâlâ orada takılı vaziyette.
***
1980’lı yıllara Mücahidler damgasını vurdu ve SSCB’yi Polonya ayağıyla birlikte yere serdiler. 2000’li yıllara damgasını vuran ise Taliban. Galiba ABD’nin payına da Taliban düştü. Irak paraleliyle birlikte Latin Amerika başkaldırısını unutmamak lâzım. FT’da “Kaygı çıkaran nafile 5 yıl” ifadelerini kullanan Edward Alden, bu beş yılı niçin nafile bulduğunu bazı karşılaştırmalar yaparak açıklıyor. Alden, “Pearl Harbour’a yönelik Japon saldırısından 5 yıl sonra Amerika, Asya ve Avrupa’da düşmanlarını hem yenilgiye uğratmış, hem de işgal etmişti. Winston Churchill’in Soğuk Savaş’ın yaklaştığı uyarısında bulunmasından 5 yıl sonra da Amerika NATO ittifakını oluşturmuş ve Sovyetler Birliğini sınırlayıp mağlûp etmeye yönelik bir strateji geliştirmişti. Ancak İslâmcılara yönelik savaşın başlamasından 5 yıl sonra Amerika, Afganistan ve Irak’ta batağa saplandı. Ayrıca Amerika her açıdan, büyüyor görünen bir düşmanla umutsuz bir savaşa girişti” yorumunu yaptı. Kalkış noktası olarak 11 Eylül 5 yılda çöküş noktasına dönüştü. Son imparatorluğun ayağı 11 Eylül’de tökezledi. Talih döndü.
13.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|