Bir dünya büyüğünün verdiği bir ziyafete insanın nasıl canla başla koştuğunu, orada görünmek istediğini, bununla iftihar ettiğini, övündüğünü biliyoruz.
Peki, ya Ramazan boyunca her iftar vakti hiçbir şeyle kıyas edilemeyecek derecede emsalsiz bir ziyafete katıldığımızın farkında mıyız?
Bir bakanın, başbakanın, cumhurbaşkanının ziyafeti değil, on sekiz bin âlemin sahibi ve şu dünya misafirhanesinde bizleri misafir eden Rabbimizin verdiği bir ziyafet bu. Resûl-i Ekrem (a.s.m.), “Mü’minin iki sevinci vardır: Biri iftar vaktinde, biri de Rabbine kavuştuğu anda”1 buyurarak bu gerçeğe dikkat çekerler.
Böylesine bir ziyafete muhatap olma en büyük şeref ve mutluluk bir insan için. Adam yerine konulup değer, şeref ve itibar verip aciz, zayıf, fakir bir kulunu huzuruna kabul ediyor, ona en nefis, leziz nimetlerle dolu bir ziyafet sofrası sunuyor Cenâb-ı Hak. “Nimetin lezzeti içinde, o lezzetten yüz derece daha ziyade lezzetli bir iltifat-ı rahmeti hamd ile düşünüp lezzeti birden yüz derece”2 yapılabiliyor insan. Sözler’de mesele şöyle örneklendiriliyor: “Meselâ, bir padişah-ı âlî, sana bir elmayı ihsan etse, o elmada iki muhabbet ve onda iki lezzet var:
“Biri, elma, elma olduğu için sevilir ve elmaya mahsus ve elma kadar bir lezzet var. Şu muhabbet padişaha ait değil. Belki huzurunda o elmayı ağzına atıp yiyen adam, padişahı değil, elmayı sever ve nefsine muhabbet eder. Bazan olur ki padişah o nefisperverâne olan muhabbeti beğenmez, ondan nefret eder. Hem, elma lezzeti dahi cüz’îdir, hem zeval bulur; elmayı yedikten sonra o lezzet dahi gider, bir teessüf kalır.
“İkinci muhabbet ise, elma içindeki, elma ile gösterilen iltifatât-ı şâhânedir. Gûya o elma iltifat-ı şâhânenin nümûnesi ve mücessemidir diye başına koyan adam, padişahı sevdiğini izhar eder. Hem iltifatın gılâfı olan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkindedir. İşte şu lezzet ayn-ı şükrandır; şu muhabbet, padişaha karşı hürmetli bir muhabbettir.”3
Bu örnek ışığında insanın iftar sofrasında Allah’ın ziyafetine katıldığını, nimet ve ikramlarla karşılandığında duyacağı sevinç ve mutluluğu bir düşünün. Sevinçten uçacak hâle gelmez mi insan?
Bazılarına ne oluyor ki böylesine muhteşem bir ziyafete zevk ve şevkle koşmuyor, koşamıyor, onun bilinciyle hareket edemiyor?
Dipnotlar:
1. İbni Mâce, Sıyam: 1.
2. Mektûbât, s. 230; Sözler, s. 585.
3. Mektûbât, s. 388.
26.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|