Oruç ve duâ ayı Ramazan’ı idrak ediyoruz. İnşallah ‘bayram’a da kavuşuruz.
Son yıllardaki bazı uygulamalar, Ramazan ayını ‘eğlence ayı’na çevirip manevî havasından uzaklaştırmayı hedefliyor. Buna—maalesef—bazı belediyeler âlet oluyor.
Mahallî idarelerin halkın hizmetinde olmasının bir gereği olarak ‘çadır’lar kurması elbette çok faydalıdır. Ancak Ramazan ayına mahsus olarak kurulan ‘çadır’ların, ‘eğlence çadırı’na çevrilmesi doğru değildir.
Ramazan çadırlarıyla ilgili tartışma hemen her Ramazan ayında yapılıyor ve uzmanların da bunca ikazına rağmen bazı belediyeler yanlışta ısrar ediyor.
Bazı belediyelerin, “Yaptığımız eğlence programlarını ‘halk’ istiyor, ilgi gösteriyor” demesi de onları haklı çıkarmaz. Çünkü bu davranışlar, Ramazan ayını ‘eğlence ayı’ gibi görmek olur ki asıl hata budur.
Her şeyin ‘iyi’ ve ‘doğru’sunu yapma imkânı vardır. Kurulan ‘çadır’larda Ramazan ayının anlamına uygun faaliyetler yapmak çok mu zor ki, ‘yanlış’larda ısrar edilsin? Her iki şeklin de örneklerini görüyoruz. Bazı belediyeler, hazırladıkları programlarda daha çok kültürel faaliyetlere yer verirken, bazıları da baştan sona ‘eğlence’ye zemin hazırlıyor. Toplumu bilgilendirmeye yönelik faaliyetler her zaman desteklenmeli ve teşvik edilmelidir. Ramazan çadırlarını ‘irfan çadırı’na çeviren belediyeler tebrik edilmeli.
Önemli bir tehlike de, birbirine zıt faaliyetleri aynı anda sergilemek ve hassasiyetlerin törpülenmesidir. Meselâ, kurulan bir ‘Ramazan çadırı’nda bir gece Kur’ân ziyafeti verilip, ertesi gece müstehcen sayılabilecek şarkıların seslendirilmesi bu cümleden sayılabilir. Bu tavırlar ancak, ‘iyilik zannıyla fenalık yapmak’ şeklinde açıklanabilir.
Duâ ayı Ramazan’ı mânâsına uygun şekilde idrak edelim...
*
‘Komşu’muz aç
Hayır ve hasenat yapmak için fırsat olan Ramazan ayının, bu yönüyle de iyi değerlendirilmesi gerekir. İftar sofralarımızda ‘misafir’lerin olması çok önemli.
Hayır ve hasenatın artmasıyla birlikte, gizli bir ‘fukara’lık yaşadığımız da ortaya çıkıyor. Meselâ, iftar yemeği için geceden/sahurdan itibaren kuyruğa girilen ve bir kap yemek için saatlerce beklenen bir ülkede, huzurlu bir iftar açmak mümkün olabilir mi? Bu durum, apartman değilse bile, vatan ‘komşu’muzun aç olduğunu göstermez mi?
Bir yanda “5 yıldızlı iftar sofraları” kurulurken, öte yanda bu görüntüler “Büyük/ Müslüman Türkiye”ye “bize” ve “bana” yakışıyor mu? Haklı olarak dünyanın öte uçlarına yardım götürmeye çalışan bir milletiz. Afrika’da yaşanan açlığı duymaya, çare olmaya çalışıyoruz. Peki, Diyarbakır’daki açlığa hâlâ çare olamayışımız affedilebilir mi?
Belki de haberlere konu olan Diyarbakır’dan daha ‘fakir’ ve ‘muhtaç’ vatandaşlarımız vardır. Madem bu ‘fakir’lik bir şekilde gündeme gelmiş oldu, hepimize büyük bir vazife düşüyor. Ramazan ayını da vesile kılıp, bu ‘aç’lığa, bu çaresizliğe, bu ‘fakir’liğe derman olmalıyız.
“Nasıl”ını Türkiye’yi ‘idare’ edenler düşünsün ve biz de üzerimize düşen vazifeyi yerine getirelim. Resmî ya da sivil bütün yardım kuruluşları el ele vererek; “Müslüman/ Büyük Türkiye”ye yakışmayan bu ‘yara’yı tedavi edelim.
Ancak o zaman huzurla ‘bayram’laşabiliriz.
26.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|